“Yaşadığın coğrafya kaderini belirler.”
Bilge bir insan
Belirler mi sahiden? Maalesef belirliyor.
Ben 16 yıldır engelliyim. Bir beyin kanaması geçirip engelli oldum. Hasta yatağımda yatarken, engellenmişlik halime yandım da yandım. On yedi yaşımda yaşadığım kayıp bana tanımlayamadığım biri / bir şey / bir durum yüzünden olmuştu ve ben onu bulup ümüğünü sıkmak istiyordum. Biri beni, benim vücuduma birebir benzeyen, apaciz, kendini besleyemeyen, yiyemeyen, içemeyen, soluk alamayan bir bedene kitleyip, anahtarı yutup, gitmişti.
Şaka bir yana tabi ama, uzun yıllar bu saçma öfkeyle yaşadım. Mimari ve sosyal şartların engelli insanlara uygunsuzluğunu sorguladım durdum. Yatağımda yattım, “Küçücük, gencecik bir kızım. Kaderin bütün cilvelerini küfür gibi yaşıyorum. Yazık bana.” diye iç geçirdim.
Sonra birgün kendi kendime düşünürken aydınlandım. Küçüklüğümden beri üzerime giydiğim, güzel, akıllı, genç kız kıyafetleri dar geliyordu. Kadındım ve kadının adı yoktu. Önümdeki, kundağımdaki engelliliği alıp sırt çantama attım. Engelli kadın kimliğimi benimsedim. Giriştim hayata…
Fark çok göz önünde olmayabilir ama engelli birey, genellikle, cinsiyetsizmiş gibi davranılır. Sen, o, bu, şu öyle davranıyor demiyorum ama toplum herkesi buna iter bir şekilde. Bunu en kolay tuvalet örneğiyle anlatabilirim sanırım. Bunun için tek soru sorsam yeter. Hiç gittiğiniz herhangi bir kamusal alanda kadın engelli tuvaleti ve erkek engelli tuvaleti diye birşeyler duydunuz mu/ gördünüz mü?
Cinsel hayata girmeme gerek bile yok. Jinekolog bile bulamıyorken bunu tartışmam gereksiz olur. Onun yerine toplumun engelli kadın üzerindeki bir diğer baskısı evlilik. Yalnız buraya dikkat, kesinlikle sevgili değil, evlilik.
Yatağımdan kalkıp dışarı çıkmaya başlayınca maruz kaldığım bir olgu bu da. Yüzeysellik konusunda ip göğüslendiğinde, dışarda koltuk değnekleriyle yürüyen bir kadına bakıp; “Ay sen ne güzel kızmışsın. Yakında iyileşir, evlenirsin bile.” gibi cümleler kuruluyor. Diğer tarafta ise; “Engelli bir kadından eş olur mu? O kadın kocasına olan vazifelerini yerine getirebilir mi? Evi temiz olur mu? Yemek yapabilir mi? Sağlıklı çocuk doğurabilir mi? (Burada artık bir cinsel hayatımız var)? O çocuğa bakabilir mi?” Buna benzer pek çok sorular…
Ben yurt dışına da gittim geldim bu arada. Gezmek için de, okumak içinde, bir süre yaşamak içinde. Yurtdışında doktora, okula, partiye, hastaneye, bara, alışveriş merkezine, markete de gittim. Otobüse, trene de bindim. Gittiğim hiçbir yerde, bir kere bile engelli olduğumdan, neden engelli olduğumdan, yeteneklerimden ya da yeterliliklerimden bahsetmedim. Özellikle inat edip buna dikkat falan etmedim tabi. Gerek olmadı. Gerek varmış gibi hissettiğim olmadı.
Hal böyleyken; durup durup aynı söz tekrarlanmaya mahkum oluyor. Yaşadığın coğrafya kaderini belirler. Bal gibi belirler.
Özgür Baştaş
28 Nisan 1987 yılı, İstanbul doğumluyum. On yedi yaşımda, lise son sınıfta bir beyin kanaması (beyin sapı anevrizması) geçirdim. O günden beri engelliyim. Engelli kadın kimliğimle bir kitap yazdım. Üniversite okuyup, İngiliz dili ve edebiyatı bölümünden mezun oldum. Bir yıl Almanya, Trier Üniversitesi’ nde eğitim alıp, orada yaşadım. Engelimle birlikte 8 ülke gezdim. Fizik tedavi ve rehabilitasyonum hâlâ devam ediyor.
Özgür Baştaş’ın diğer yazıları için tıklayın.