Bugün sizleri Akdeniz’in kültür ve sanatla yoğrulmuş, her köşesinde tarih koklamaktan sarhoş olacağınız, benim şu fani dünyada en sevdiğim ülkelerden birine, İspanya’ya götüreceğim. Birkaç gün boyunca başkent Madrid, tarihi şehir Toledo ve sahil kenti Barcelona’yı beraberce gezeceğiz.
Geçen gün kütüphanemi düzeltirken, taaa 2004 senesinde Kuzey ile beraber, daha Can yokken yaptığımız İspanya seyahatinin notlarını buldum. Tabii serde gençlik ve yeni bir ülkeyi keşfetmenin o sınırsız heyecanı var. Hem gezmişiz, hem de ıncık cıncık herşeyi not almışız. Sonra da o not defterini Amerika’ya taşımış ve bugüne kadar saklamışım.
Geçen İstanbul tatilimde eski albümleri karıştırırırken İspanya seyahatinin fotoğraflarını buldum. Elbette 2004 senesinde bizde akıllı telefon falan diye birşey yok. Kütük gibi Nokia’ları, Sony Ericsson’ları kullanıyoruz. Fotoğrafları da eski usul fotoğraf makinasıyla çekmişiz, sonra da fotoğrafçıda banyo ettirip albüme dizmişiz. Şimdilerde sadece fotoğraf sanatıyla uğraşanlar, özenle çektikleri fotoğları banyo ettiriyordur sanırım. Nereden, nereye…Albümü Amerika’ya getirmek ağır olacağından hepsinin cep telefonuyla fotoğrafını çektim. (Hatırlar kaybolmasın diye fotoğrafın fotoğrafını çeken deliler burada mı?)
Bütün bunların üzerine birkaç gün önce yaptığımız Kanada seyahatinde Dan Brown’un Origin kitabını (Başlangıç, 2017, Altın Kitaplar) daha yeni okumaya fırsat bulup, kitapta mekan olarak Barcelona’nın bol bol geçtiğini görünce eski anılarım depreşti. Seyahat notlarım neden sadece bana kalsın, blogda yazayım herkes faydalansın diye düşündüm. İşte İspanya seyahatimizin 15 sene gecikmiş notları…
Madrid
İspanya gezimize başkent Madrid ile başlamışız. İlk gün Sainz de Baranda metro istasyonuna çok yakın olan Hotel Fiesta Colon’a yerleşmişiz. Geçmiş zaman olduğu için otelle ilgili detaylar aklımdan silinmiş. Sadece metroya çok kısa yürüme mesafesinde butik bir otel olduğunu, modern bir tarzda döşendiğini ve güzel bir mahallede olduğunu hatırlıyorum. Sanırım şu anda bu otelin adı Ayre Gran Hotel Colón olarak geçiyor.
Madrid’de ilk günümüzde çevreyi tanımak için bir şehir turu yapmışız. Sainz de Baranda istasyonundan metroya binip iki durak sonra Principe de Vergara‘durağında inerek Puerto del Sol‘a (Sol meydanı) ulaşmışız. (€10,7 metro bileti) İlk izlenim olarak “yollar ve çevre beklediğimden kirli”, “kaldırımlar İstanbul’da alışık olduğumuzdan daha alçak”, “kent yeşil ve sessiz”, “sıcaklık yüksek ama nem az” yazmışım. Ağustos ayı için fena değil ha?
Bir de kadınların Türkiye’den daha dekolte giyindiği ve sokaklarda çok fazla Afrika kökenli ve Arap kökenli insan bulunduğunu not almışım. İnsan nelere dikkat ediyor… Aslında tarih boyunca özellikle Kuzey Afrika’da karşı komşusu olan Fas’tan fazlasıyla göç alan İspanya için beklenmedik bir durum değil sanırım.
Madrid’de Puerto del Sol civarında öğle yemeği için açık yer bulmakta zorlanmışız. Çünkü 14:00-17:00 arasında siesta zamanıymış. 17:00-20:30 arasi dükkanlar yeniden açılıyormuş ve 20:30’dan sonra da restoran ve barlar açık oluyormuş. Viva Spain! Bu öğle tatili olayına seneler önce Kıbrıs’ta da şahit olmuştum. İstanbul’da hava ne kadar sıcak olursa olsun dükkanlar hiç kapanmadığından öğle saatlerine yaşamın durmuş olması tuhafıma gitmişti.
Puerto del Sol’de sonunda döne dolana Burger King’de hamburger yemişiz. (€8) Pek bir orijinal seçim olmuş 🙂 Köftenin kömür ateşinde pişmemiş olduğunu, McDonalds köftesi gibi olduğunu not almışım. Bak sen! Şimdilerde Amerika’da yaşadığım halde sağlık sebebiyle o kadar uzun zamandır Burger King ya da McDonalds’dan yemiyorum ki… Bir zamanlar Burger King ve McDonalds gibi restoranlar Türkiye’de yeni ve orijinaldi. Oralardan yemek bir nevi prestij sayılırdı. O dönemleri hatırlayanlar el kaldırsın…
Yemekten sonra Palazzo‘da dondurma yemişiz. (€2,80) İşte bunu çok net hatırlıyorum. Mmmm! (Puerta del Sol, 11, 28013 Madrid, Spain) Hamburger ve dondurmadan sonra sanırım içimiz yanmış. Sokaklarda su satan bir market ya da büfe bulmakta zorlanmışız. Sonunda bir yerden su alabilmişiz. (€2) Siesta zamanı bittikten sonra sokakların kalabalıklaştığını not almışım.
Panoramik Madrid Turu
Öğle yemeğinden sonra Kuzey ile birlikte panoramik kent turu yapmışız. (€15 kişi başı) Yanlış hatırlamıyorsam Puerto del Sol’da yer alan seyahat acentalarından birinden, otobüsle gidilen birkaç saatlik bir tur satın almıştık. Bir şehirde kalınan gün sayısı kısıtlıysa bu tür hop-on, hop-off turlardan almak çok mantıklı bence… Kısa sürede, uygun fiyata şehrin en önemli noktalarını görüp, tur rehberinden bilgilendirici açıklamalar alıyorsunuz.
Turumuz Madrid’de şu güzergahlara uğramış:
Fuente de Cibeles (Kibele Çeşmesi): Madrid’in ikonik sembollerinden biri olan Kibele Çeşmesi, tanrıların büyükannesi ve Romalıların doğurganlık tanrıçası Cybele’yi iki aslan tarafından çekilen bir savaş arabasının üzerine gösteriyor. (Plaza Cibeles, 3, 28014 Madrid, Spain)
Fuente de Neptuno (Neptün Çeşmesi): Neoklasik dönemin güzel eserlerinden biri olan ve 1780 yılında yapılan bu çeşmede, deniz tanrısı Neptün, deniz atları tarafından çekilen bir at arabasında yunuslar ve fok balıkları arasında temsil edilmiş. (Plaza Canovas del Castillo, s/n, 28014 Madrid, Spain)
Plaza de Toros de Las Ventas: Çok hoş mimarisi olan, İspanya’nın meşhur boğa güreşlerinin yapıldığı arena. Zamanından konser alanı, tenis kortu olarak da hizmet vermiş. Şu anda tiyatro olarak kullanılıyor. Boğa güreşinde matador ( toreros ) kadını, boğa ise erkeği temsil ediyormuş. Güreşte yapılan hareketler evlenmeden önce kadının erkeği baştan çıkarmasını yansıtan bir ritüelmiş. Boğa güreşinde ölen boğalar da kasaba satılıyormuş. 🙁 (Calle de Alcalá, 237, 28028 Madrid, Spain)

Santiago Bernabéu Stadium: 1947’den beri meşhur İspanyol futbol takımı olan Real Madrid’in evi olan bu 81,000 kişilik stadyum futbol meraklısı olmasanız bile sırf ününden dolayı ilginizi çekebilir. (Av. de Concha Espina, 1, 28036 Madrid, Spain)

Plaza de Colón: Madrid’in önemli meydanlarından biri olan Plaza de Colón, Estatua de Colón olarak anılan ve Christopher Columbus’un Amerika’ya ilk seyahatinin 400. yıldönümünü kutlamak amacıyla 1893 yılında açılan Christopher Columbus Monument’e ev sahipliği yapıyor. Bu vesileyle İspanya’nın 15.-17. yy arasında, Age of Discovery – Keşif Çağı denilen dönemde Portekiz ile beraber denizlerin hakimi olduğu dönemleri hatırlıyoruz. (Plaza de Colón, 28001 Madrid, Spain)
Plaza de España: Madrid’deki popüler turistik noktalardan biri olan Plaza de España, çocukluğumuzun meşhur romanı, yeldeğirmenlerine açtığı savaş ile tanınan şövalye Don Quixote (Don Kişot) ve sadık yaveri Sancho Panza’nın yer aldığı Cervantes Monument’e (Servantes Heykeli) de ev sahipliği yapıyor.
Estación de Atocha (The Atocha Train Station – Atocha Tren İstasyonu): Madrid’in en büyük tren istasyonu ve baş durağı olan Atocha’dan şehir içi ve şehirler arası pek çok tren kalkıyor. Bu tren istasyonundan Madrid’e yakın, bir tarihi kent olan Toledo’ya kolayca gidebileceğinizi paylaşmak isterim.(28045 Madrid, Spain)

Teatro Real: Kraliyet Sarayı’na çok yakın olan ve 1818 yılında yapılan Teatro Real, 1,746 kişilik kapasitesiyle Avrupa’nın en büyük opera binalarından biri. Bugün hala Verdi’nin meşhur “Il trovatore” gibi eserlerini bu müthiş salonda izlemek mümkün. Il trovatore’dan sizin için seçtiğim parçaları aşağıda dinleyebilirsiniz. (Plaza de Isabel II, s/n, 28013 Madrid, Spain)
Verdi: Il trovatore: Vedi! Le fosche notturne spoglie (Anvil Chorus)
Verdi: Il trovatore – Act 1 – “Libiamo ne’lieti calici” (Brindisi)
Brindisi kulaklarınıza çok tanıdık geliyor, ancak bir türlü nerede duyduğunuzu çıkaramıyorsanız şöyle bir hatırlatma yapalım 🙂 Efsane!
Royal Palace of Madrid: Madrid Kraliyet Sarayı, İspanya Kraliyet Ailesi’nin Madrid şehrinde resmi ikametgahı olmasına rağmen, şu anda sadece devlet törenlerinde kullanılıyormuş. Saray 135.000 m2 alana yayılmış 3.418 odasıyla Avrupa’nın en büyük Kraliyet Sarayı’ymış. (Calle de Bailén, s/n, 28071 Madrid, Spain)

Panoramik şehir turu sırasında dikkatimi çeken bir diğer detay da evlerin, binaların çatılarına yeşil alanlar yapıp, ağaç dikmeleri olmuş. Çatıları bu şekilde yeşillendirmenin amacı sadece görsel güzellik değil. Bu yeşil alanlar araçlardan çıkan egzos gazının emilimine yardımcı oluyor, ayrıca hava sıcaklığını birkaç derece düşürerek global ısınmanın etkilerini azaltıyor. İstanbul ve Türkiye’nin pek çok büyük şehri kesinlikle bu uygulamadan faydalanabilir. Sizce de öyle değil mi?
Flamenco Gösterisi
İspanya’ya gidince Flamenco izlemeden olmaz. Madrid’deki ilk günümüzün akşamında, tavsiye edilen bir Flamenco gösterisine gitmişiz. Ne yazık ki mekanın adını not almayı unutmuşum. Ama Google’dan Madrid’de pek çok flamenco mekanı bulabilirsiniz. (€120, 2 kişilik akşam yemeği dahil)
1. gün için toplam bütçe: €145.5 (2004 fiyatlarıyla)
Yarın gezimize Toledo’dan devam ediyoruz.
O büyüleyici güzelliği çok güzel anlatmışsın sevgi Tanla. Çok sevdim. Ben de yeniden yaşadım. Diline, yüreğine sağlık. Selam, sevgilerimle..,