Çocuk sahibi olmak harika bir duygu. Gün geçtikçe büyümesi, bizimle iletişim kurması, her gün yeni bir numara öğrenerek bizi şaşırtması Kuzey ile beni sonsuz mutlu ediyor. Ancak kabul etmek gerekir ki, çocuk yetiştirmek aynı zamanda müthiş bir sorumluluk istiyor. Kimi zaman insanı zorlayan yönleri de var.
“Bir bebeği büyütmenin en zor yanı nedir?” diye sorsalar, “Her yaşın ayrı bir hoşluğu var” derim. İlk aylarda Can’ın uyku düzenine alışmaya çalışırken biz de kendi uyku alışkanlıklarımızı değiştirmek durumunda kalmıştık. O dönemlerde hayattaki en önemli şey kesintisiz olarak uyumak gibi geliyordu. Sonraki aylarda uyku işi düzene girdi. İki saatte bir uyandığımız günler, sanki hiç yaşanmamış gibi, yavaş yavaş aklımızdan silindi. Ancak ilk kez ebeveyn olan bir çift olarak, daha sonra başka konularda sınandık ve hala da sınanmaya devam ediyoruz . İşin hoş tarafı yaşadığımız her zorluğun birgün devrini tamamlayacağını ve tatlı bir anıya dönüşeceğini artık biliyoruz. Sanırım ebeveyn olmak böyle birşey.
Deveye Hendek Atlatmak
Son dönemlerde Can’ın bakımında benim en çok zorlandığım konu beslenme. Bazı günler Can’ı yedirmek deveye hendek atlatmak gibi geliyor. Beslenme konusunda neden zorluk yaşadığıma girmeden önce Can’a neler yedirdiğimden bahsetmek istiyorum.
Uygun olarak hazırlandığı takdirde, Can, artık bizimle beraber hemen herşeyi yiyor. Uygun şekilde hazırlanmak derken kastım, yemeklerin küçük küçük doğranması, fazla tuzlu, şekerli ya da yağlı olmaması. Oğluma et, sebze, meyve, tahıllar gibi her türlü besin grubundan vermeye çalışıyorum. Kendimize de sağlıklı yemekler pişirmek gibi bir hedefimiz olduğu için Can’a ayrı yemek düşünmek gibi bir kısıtım yok. İş ki ne yemek pişireceğimi bulayım…
Esas mevzu Can’ın hemen her öğünde değişen iştahına ayak uydurarak ve hazırladığım yiyeceklerden yeterli miktarda yemesini sağlamak.
Tutarsızlık. Can’ın yemek yeme alışkanlıklarında beni en şaşırtan konu belli bir tutarlılığının olmaması. Yiyecekleri kendi kafasında belli gruplara ayırıyor, ancak o gruplamayı tam olarak çözmek henüz kısmet olmadı. Örneğin devam sütü ve portakal suyunu her zaman istisnasız içiyor. Yoğurdu her zaman yiyor. Domates, meyveler, pilav ve makarna çoğunlukla tercih ettiği besinlerinden. Ancak bunun dışındaki yiyecekler konusunda minik efendimizin hiçbir garantisi yok. Mesela kahvaltılıklara geçtiğinde ilk verdiğimiz gıdalardan biri tuzsuz peynirdi. Özellikle dil peyniri ve mozarella peynirini çok sevdi ve aylarca her sabah itirazsız yedi. Son bir aydır ne olduysa peynire bir küslüğümüz var. Mıy mıy yiyip, çoğunlukla da bırakıyor. Tuzsuz zeytin de aynı şekilde. Bazen cici, bazen kaka. Peynirle zeytinin markasını değiştirmediğimiz için bu davranışın sebebini anlamak mümkün değil. (Şimdi düşünüyorum da belki aynı markadan bıkmıştır…) Yine yumurta ile bir küs, bir barışık giden bir ilişkisi var. Haşlanmış yumurta yaptığımda sarılarını genellikle ayırıyor. Ben de omlet haline getirip mecburen yedirmeye çalışıyorum. 1 yumurtadan yapılmış omleti bazen tamamen bitiriyor, bazen yarısını bırakıyor.
Bahsettiklerimin dışındaki tüm yemeklerden tutarsız bir yaklaşımı var. Bazen yeni bir yemek pişiriyorum ve hapur hupur yiyor. O anda küçük çaplı bir zafer kazanmış gibi hissediyorum. “Yarını da garantiledik!” diye seviniyorum. Ne mümkün. Ertesi güne aynı yemeğin yüzüne bakılmayabiliyor.
Kıymetli yiyecekler. İki tür yemekler kıymetli: “Dışarıda yenenler” ve “anne ve babanın tabağındakiler.” Çocuk sahibi olmadan önce çocuğunu kendi tabağından besleyen insanları “Hiç de hijyenik değil” diye eleştirirdim. Şimdi “Yesin de, nereden yerse yesin.” şeklinde yaklaşıyorum. Kendi önünde aynı yiyecekler olmasına rağmen Can sürekli bizim tabağımızı görmek istiyor. Tabağımızı önüne yaklaştırınca acayip mutlu oluyor. Tabaktaki en büyük parça neyse onu kapıp, dişlemeye başlıyor.
Dışarıda yenenlerse ayrı bir mevzu. Bir restorana gitmeden önce vaktim varsa yoğurt, muhallebi ya da bir kap ev yemeğini Can için yanıma alıyorum. Restoranda siparişimizi beklerken Kuzey ile paslaşarak yedirebildiğimiz kadar yediriyoruz. Bizim yemekler geldiği zaman da haşlanmış sebze, ızgara et, domates, pilav ya da makarna gibi yiyebileceği herşeyden tattırıyoruz. Bunların hepsini kendi elleriyle yediği için, bizim oturduğumuz masanın altı genellikle savaş meydanı gibi oluyor.
Evdeki Yemek Halleri
Can’a dışarıda yemek yedirmek nispeten kolayken, evde yedirdiğim her yemek öncesi stres katsayımın artmaya başladığını hissediyorum. “Acaba bugün kolay bir gün mü olacak, yoksa zor mu?” düşüncesi aklımdan geçiyor. Bir yemek seansımızın minimum 30 dakika sürdüğü ve bazen de bir saate uzadığı her bir öğünde, Can’a şu şekillerde yemek yediriyoruz:
Taktik. Sabah kahvaltıları için şöyle bir taktiğim var. Sabahları aç olarak uyandığı için ilk olarak yemekten fazla hoşlanmadığı, ancak besleyici bir gıda olan yumurtayı veriyorum. O açlıkla yiyor. Mızmızlanma ihtimaline karşılık yumurta kısmında ben başında duruyorum. Yumurtanın ardından portakal suyu ve diğer kahvaltılıkları da verip, çizgifilm izlerken kendi başına yavaş yavaş yemesine izin veriyorum. Bu arada ben de kendi kahvaltımı ediyorum. Benim kahvaltım Can’ınkinden daha hızlı bitiyor. Ben bulaşıkları toplarken o da önündekilerin çoğunu bitiriyor. Ancak bu arada sık sık “mama” diyerek yemek yemesi gerektiğini hatırlatıyorum. Yemesi tamamen durmuşsa, yanına gidip ben yediriyorum. Yumurtanın dışındaki kahvaltılıkları kendi hızına göre kendi başına yemesinin faydasına inanıyorum. Böylece yemek yeme yeteneği gelişiyor, kendine güven geliyor ve benim baskımı hissetmeden dilediği ritmde, istediği şeyleri yiyor. Ancak diğer öğünlerde yenilen yiyecekler daha sıvı ve dökülebilir olduğu için Can’ı yalnız bırakmaya gelmiyor. O nedenle bu taktik her zaman kullanılamıyor.
Televizyon. “Televizyon önünde yedirmeyin.” diyen uzmanların çocuksuz olduğunu ve “televizyonun büyüleme faktörü”nden bihaber olduğunu düşünüyorum. Biz de katı gıdaya geçme aşamamızda televizyonsuz olarak yemek yedirmeye başlamış ve işin hep bu kadar kolay olacağını düşünmüştük. İşin aslı, katı gıdaya ilk geçildiği dönemde bebek dış dünyayla çok ilgili olmadığından yemekleri daha kolay yiyor. Ne zaman ki büyüyor ve çevreyle iletişime geçiyor, o zaman işler zorlaşıyor. Son dönemlerde Can pek çok kere yemek yemeyi reddettiğinde televizyonu açarak onu oyaladık ve ağzını açmasını sağladık.
Oyuncaklar. Yemek yedirirken ilk aylara kıyasla bir diğer değişiklik de Can’ı çeşitli oyuncaklarla oyalamak. Burada da yine tükürdüğümü yaladım. Can’ı oyuncaklarla yedirme işini 10 aylık olup da Türkiye’ye gidene kadar hemen hiç yapmamıştım. Oyuncakla yedirmek annemin tarzıydı. Oyuncakla yedirmeyi gereksiz ve yorucu buluyor, oyuncaksız da yenebileceğini savunuyordum. Ancak devir değişti. Şimdi yemek yemesi için her yol mübah. Ben de oyalanması için bol bol oyuncak veriyorum. Bu oyuncaklar bazen bir kaşık oluyor, bazen plastik bir kap ya da televizyon kumandası. Paşa gönlü o anda ne isterse… Oyuncakla ilgilenirken ya kendisi yiyor ya da ağzına uzun müddet birşey atmamışsa, ben hemen kaşığı teptiriyorum.
Tekrar. Yemek yedirirken anahtar kelime: “sabır.” Yemek yemeği tamamen reddedip, tabağı eliyle ittiği birçok günde, iki saniye sonra yemeye devam ettiğini şaşırarak gördüm. Oysa pek çok kaynakta “tabağı itiyorsa ısrar etmeyin.” diyor. Neye inanacağınızı şaşırıyorsunuz. Sonuçta pek çok kere devam edebildiğini gördüğüm için, ilk reddettiğinde yemeği kaldırmak yerine, oturduğu yerde biraz oyun oynayıp, bir dakika sonra tekrar denemek mucizeler yaratabiliyor. Ancak 5 dakika gibi bir süre boyunca sürekli reddetmişse, ısrar etmenin mantığı yok. Yemeği topluyorum.
İçimi Rahatlatanlar
Can’ın yemek konusunda belki karamsar bir tablo çizdim, ama, içimi rahatlatan bazı hususlar da var.
Günlük Değil, Haftalık Denge. Bir kere, dediğim gibi, Can’ın iştahı tutarsız. Yemediği öğünlerde üzülsek de bir başka öğünde öyle bir yiyor ki, bizi şaşırtıyor. Yani her öğün kronik bir yememe söz konusu değil. Dr. Sears bu yaştaki çocukların birgün iştahlı, birgün iştahsız olmasının normal olduğunu söyleyerek, “her gün dengeli bir beslenme hedeflemektense, haftalık bazda dengeyi yakalamaya çalışın.” diyor. 1 Belki de her öğün “neden kuvvetli yemedi” diye stres yapmaktan vazgeçmeli.
Kurtarıcılar. Devam sütünü her koşulda içiyor. Bu sütün içinde ona gerekli olan vitamin ve mineraller var. Bu bizim kurtarıcımız gibi biraz. Yoğurt, domates ve çoğu meyveyi her koşulda yiyor ki bunlar faydalı besinler.
Giren, Kalır. Can bugüne kadar yediklerini hemen hemen hiç kusmadı. Ağzına giren herşey midesine gidiyor.
Yavaşlama Dönemi. Okuduğum pekçok kaynakta 1 yaşından sonra çocukların büyümesinde bir yavaşlama dönemine girdikleri ve bu dönemde çok az yemelerinin normal olduğunu yazıyor.
Ne, Ne Zaman, Ne Kadar. Yine pek çok kaynakta çocuğun yiyeceği gıdaları ve ne zaman yiyeceğini ebeveynlerin seçmesi gerektiği, ancak ne kadar yiyeceğini kendisinin seçmesi gerektiği yazıyor.
Sonuç olarak Can yemek konusunda tam da yaşına uygun bir tablo çiziyor. Günlük bazda bazen canım sıkılsa da, oğlum canlı ve neşeli olduğu ve yapılan doktor kontrollerinde gelişiminde bir sorun bulunmadığı sürece bunun geçici bir dönem olduğunu biliyorum. Ayrıca yaşadığımız bu durumun çok da özel olmadığını, pek çok anne-babanın da aynı sıkıntıları yaşadığını tahmin edebiliyorum. Size bir tek sorum olacak. Çocuklarınızı yedirmek için uyguladığınız taktikleri paylaşırsanız, belki birbirimizden öğreniriz. Ne dersiniz?
Kaynak
Bazen internetten gummy bear i açıp öyle yediriyorum.Yada balkonda masanın üstüne oturtarak bak kuşş geçti bak pisi geldi bak düdüt(araba) geçti diyerek kandırarak yediriyorum.Eline de oyalanacak oyuncaklar veryorum.