Amerika’da yaşamanın en sevdiğim yönlerinden biri değişik kültürlerden insanlarla sürekli iletişim içinde olmak. Farklı yaşam biçimlerini gözlemek, solumak. Bugün bir potluck partisi için Kuzey’in işyerinden arkadaşlarıyla beraberdik. Potluck partisi, gelen herkesin yiyecek ya da içecek birşeyler getirdiği bir parti. “Pot” tencere demek, “luck”da şans demek. Yani şansınıza ne çıkarsa yiyorsunuz. Bu partiye katılanlar genellikle kendi kültürünü yansıtan birşeyler pişiriyor. Yemek pişirmeyi bilmeyenler de marketten aldığı içecek, pasta, meyve gibi şeyleri getiriyor. Sonra da tüm yiyecekler, açık büfe şeklinde dizilip, sohbet eşliğinde yeniyor.
Grubumuzun içinde Çinli, Koreli, Tayvanlı ve Amerikalı arkadaşlar vardı. Tabii bir de Türkiye’yi temsilen biz. Bugüne özel olarak Çinli arkadaşların öncülüğünde dumpling denilen, bizim mantıya benzeyen bir yemek elbirliği ile yapıldı. Dumplingler kıymalı ya da sebzeli hazırlanabiliyor. Hamuru açıldıktan sonra içine malzemesi konulup mantıdan biraz daha büyük olmak üzere katlanıyor. Sonra da ya kaynayan suda haşlanarak ya da yağda kızartılarak yeniyor. Çinliler dumplingi genellikle yılbaşında bu şekilde elbirliği ile yapıyorlarmış. Menüde dumpling dışında çeşitli et yemekleri, noodle denilen asya işi makarna, meyve salatası ve cheesecake vardı. Biz de gelirken evde yaptığım kıymalı pide ve çikolatalı kek getirdik. Diğer yemeklere gösterilen rağbetin yanında bizimkilerin boynu biraz bükük kaldı. Ama biz her yemeğin hakkını verdik. Yemekten sonra karaoke yapıldı.

Can kesinlikle partinin yıldızıydı. Çinli arkadaşların çoğu anne olmuş ve bebeklerini çoktan büyütmüşlerdi. O yüzden küçük bebeğimiz ellerde dolaştı. Herkes Can’ı kucakladı ve sevdi. Ayrıca yaşına göre büyük durduğunu söylediler. Tabii bir Murphy kanunu örneği olarak Can parti boyunca gayet sakin durdu. Hatta bir ara araba koltuğunda yarım saat kadar da kestirdi. Eve karnımız doldu ve keyfimiz yerinde bir şekilde döndük.