Çocukluğumda anneannemin (ben ona melek anneannem diyorum) üçüncü kızıydım sanki… Anılarım hep onunla. Onun koynunda yatışım, onun sıcaklığında uyanışım, Gaziantep’te sinemada ilk film izleyişim, akşamları gittiğimiz halkevinin bahçesinde onunla dondurma yiyişim ya da onun bana yedirişi…
Işıklar içinde yatsınlar, annemle babamın, anneanneme, “Bu kadar pışpışlama,” demelerine kulak asmadan bana gösterdiği ilgi ve sevgiyle büyürken anılarım da çoğaldı, kendisinden öğrendiklerim de… Onun sevgisiyle harmanlandı dünyam, ne güzel…
İlk tutumluluk ve çevrecilik dersimi melek anneannemden aldım desem yeridir. Çeşmeyi kısık açmayı, gerekmedikçe elektrik düğmesini çevirmemeyi, kâğıtları düşünerek kullanmayı, yırtmamayı… Geriye dönüp baktığımda yaşantımı zenginleştiren bu anılar, benim daha dengeli bir insan olmamı, güven ve huzur içinde büyümemi sağladı.
Yıllar geçti anne oldum. Annemle, babamın aynı diğer torunları gibi oğluma ve kızıma da çocukluğumuzda bize göstermedikleri hoşgörüyü ve aşırı ilgiyi gösterdiğini gördüm. Onların anneanneme söylediklerini ben kendilerine söyler oldum. Ama kendim dinledim. Her şeye çabuk öfkelenen babacığım bile sürekli, “Bunlar cevizin içi…” derdi torunları için.
Şimdi ben babaanneyim. Önceleri annemle babama, sonraları çevremde benden önce büyükanne olan arkadaşlarıma söylediğim kesin ve kararlı uyarılar nerede şimdi?
Gençliğimde, hem çalışıp, hem çocuk büyütmenin zorluğundan olsa gerek, “Torunum olursa çocuklarıma “Bakıcı parası benden, çocuk bakmak için beni çağırmayın.” diyeceğimi söyleyen ben, çocuklarıma göstermediğim hoşgörüyü biricik torunum Can’a, Can’ıma gösteriyorum. Bunu çok hoşlanarak gözleyen halası Defne, “Şikayetim var, bize böyle yapmazdın.” diye espri yapıyor.
Beş yıl önce doğacağı muştusunu aldığım an, dünyam öyle değişti ki çevreme, olay ve olgulara daha bir farklı bakmaya başladım. Gelinim Tanla’nın hamileliği sırasında ve Can’ın doğumunda birlikteydik. Can, elime doğdu sayılır. Bir süre sonra Türkiye’ye döndük. Altı aylıkken bir buçuk ay buluştuk, daha sonra çok kısa kavuşmalarımızda henüz birbirimizi tanırken ayrılmak zorunda kaldık Can’la. Bu kez ki buluşmamız, kavuşup kucaklaşmamız ise hepsinden farklı. Neredeyse altı aydır bir aradayız. O bizi tanıdı, biz onu. O, adı gibi Can bir çocuk. Onu üzmemek, onun her isteğini yerine getirmek için hazır beklemekteyim sanki. Bu beni mutlu ediyor. Çünkü o benim yaşam bağım, mutluluk kaynağım, canımın içi. Zaman zaman ona anlayacağı biçimde neden böyle davrandığımı açıklayarak “Hayır!” da diyorum.
Dedesiyle hep bu günü gösteren güce teşekkür ediyoruz. Onun sevdiği yemek, pasta, tatlı ve reçelleri yapmak, onun istediği oyunları oynamak, onun izlediği çizgi filmleri izlemek… Kısaca Can’la yatıp Can’la kalkmak…
Bizim yaşlarda zaman bol, olmasa da yaratılır. Çocukken öğrendiğim, çocuklarıma söylediğim tekerlemeler, oyunlar belleğime bir bir geliyor. Ona öğretiyorum, birlikte oynuyoruz. Harflerle, rakamlarla oyunlar oynayarak öğreniyoruz. Ona masal ve öyküler okuyorum.
Çocuklarımı büyütürken iş-güç telaşıyla onlara gerekli ilgiyi gösteremediğim sanısına kapılıp özeleştiri yapıyorum. Keşkelerim artıyor… Zaman öyle hızlı akıyor ki, onların ne zaman büyüyüp üniversiteye gittiğini, ardından hayata atıldığını insan anlayamıyor bile. Bu gerçeği gördüğümden, ileride benim duyumsadıklarımı yaşamamaları için, karşılaştığım çocuk büyüten gençlere, çocuklarıyla daha fazla zaman geçirmelerini, her anın tadını çıkarmalarını, kuşların yuvasından uçtuğu gibi, hiç farkına varmadan bir gün onların da uçacağını anlatıyorum.
Hatta yapmadığım için hayıflandığım bir şey daha söylüyorum kendilerine. Çocuklarının ilginç, komik sözcük ve sorularını ya da bizim sözlerimize verdikleri yanıtları yazmalarını ısrarla öneriyorum. İnsan zamanla unutuyor. Her şey bellekte kalmıyor ki…
Babasını ve halasını büyütürken tutmayı düşünemediğim ya da yazmaya zaman bulamadığım anı defterine Can doğmadan başladım. Büyüdüğünde bebeklik ve çocukluk dönemini daha iyi algılasın, o döneme ilişkin merakını gidersin, davranışlarını, şaşırtan komik sorularını okusun diye ona mektup yazarak kendisini anlatıyorum.
Farklı kıtalarda yaşıyoruz zaten. Kavuştuğumuzda, her ne kadar biz büyükanne ve dedelerin çocukları biraz şımarttığı söylense de, anneanne, babaanne ve dedeli anılarla büyüyen çocukları daha şanslı buluyorum. Üç kuşak birbirine neler vermez ki… Onlar, anne-babaların kendilerine özgü kurallarla büyüttüğü çocuklarının dünyasına, ipek yumuşaklığı, deniz sonsuzluğu, karanfil kokusu gibi girip, yaşamları boyunca unutamayacakları haz ve mutluluğu katabilir diye düşünüyorum. Böyle güzel anılarla yetişen gençlerin oluşturduğu güzel dünyayı düşlüyorum…
Yakında evimize döndüğümüzde yeniden ayrılacağız, bir sonraki buluşmaya değin… Geriye kalan onun güzel kokusu, kuş cıvıltısı konuşmaları, “Ama neden?”le başlayan soruları olacak…
Ebeli dedeli büyüyen cocuklar çok sanslilar gerçekten. Samimi sicacik bir yazi olmus. Duygulandim açikcasi. Bizden yasca büyük tecrübeli insanlarin açiklamalarini, yorumlarini degerli buluyorum. Bu beraberligin tadini cikarin. Belçika’dan selamlar, sevgiler hepinize!
TORUNLARLA BIRLIKTELIK YASANIRSA BILINEBILIYOR
Torununla mutlu yıllar dilerim ablam.Selamlar.
Sevgili Dünürüm,Canım torunumuz Can için yazdığın,samimi ,duygu yüklü ve içten yazdığın yazını okumaya doyamadım.Eline,yüreğine kalemine sağlık.Ben de hem anneanne hemde babaanne olarak senin bütün güzel duygularına aynen katılıyorum.Torunlarımızla beraber daha nice sağlıklı,mutlu güzel günler geçirmemizi temenni ediyorum.Tekrar ellerine sağlık.