Görmüş geçirmiş, hafif tombik ve biraz da nevrotik. İngiliz lordları edasıyla önden düğmelediği yeleği ve koltuğuna kurularak keyfini çıkardığı uzun saplı piposuyla hayalimde yaşattığım hiç olmamış amcam gibidir Bilbo… Bilbo Baggins… 11 seneden sonra seni görmek öyle güzel ki…
Ne yalan söyleyeyim, özlemişim Shire’ı. Hafif kavisli tepelerine oyulmuş bir küçücük-fiçıcık evleri, sakinlerinin çıplak ayaklarına asla ve asla batmayan toprak yolları ve her daim yemyeşil doğasıyla insanın içine sokası gelen Hobbit memleketi… Hani mümkün olsa şu dakikada tası tarağı toplayıp oraya yerleşirim.

Bilbo’nun yeğeni Frodo’nun, boyunu kat kat aşan bir cesaret örneğiyle, şeytani Lord Sauron’un lanetli yüzüğünü Mount Doom’un vahşi alevlerine göndermesinin üzerinden kim bilir kaç yıl geçmiş. Frodo’nun giderek yaşlanan ve biraz da egzantrikleşen Bilbo amcası sıkıcı hayatına bir nebze renk katmak için hiç duyulmadık maceralarını kaleme almaya başlamış.
Bundan tam 60 sene önce, genç bir Hobbit’ken, beklenmedik bir şekilde çıktığı yolculukla işe başlamaktan daha güzel bir fikir olabilir mi? Zaten en büyük maceralar hep umulmadık kişilerin başına gelir. Sivri şapkası, yerlere sürünen gri cübbesi ve elinin adeta bir uzantısı haline gelmiş asasıyla büyücü Gandalf kapıyı çaldığında Bilbo bunlardan tamamen habersizdi. Geçen sene yaz şenlikleri sırasında tanıştığı bu ihtiyar adam ondan ne istiyor olabilir?

Aslına bakarsanız, Gandalf, yakın bir gelecekte çıkacağı önemli bir yolculuktaki özel bir görev için Bilbo’dan daha iyi bir aday olmadığını düşünüyordu. Haberi Bilbo’ya verip, onu soru işaretleriyle başbaşa bırakarak, her zaman olduğu gibi ortadan kaybolur. O akşam Bilbo’nun kapısı alışılmadık misafirler tarafından çalınmaya başlar.
Nori, Ori, Dori, Fili, Kili, Oin, Gloin, Bombur, Bofur, Bifur, Balin ve Dwalin. Bir değil, iki değil ki kardeşim. Tam 12 cüce… Boy açısıdan Hobbitlerden bir kalem daha uzun olan bu halk, savaşçı ruhları ve maden işçiliğindeki hünerlerinin yanısıra bitmek tükenmek bilmeyen iştahlarıyla da tanınırlar. Eh! Akşam yemeğini yemek için sefa düşkünü Hobbitlerin zengin sofrasından daha güzel bir yer olamaz… Bir de tüm kileri boşaltmasalar…
Bilbo’nun anlam veremediği bu kalabalık evi tarumar ederken, büyücü Gandalf ve cüce kral Thorin’de partiye katılır. Ahhh! Thorin. Siz onun boyuna, posuna aldanmayın. Dalgalı uzun saçların çevrelediği hüzünlü çehresinden size yönelen çelik mavisi gözler… Kılıç kullanmadaki ustalığı ve halkı tarafından saygı duyulan cesaretiyle, yitik ülkesini eski şanlı günlerine döndürmeye yemin etmiş büyük bir kral o…

Karınları doyduktan sonra cüceler planlarını açık ederler. Seneler önce hain bir saldırıyla kaybettikleri ülkelerini, korkunç ejderha Smaug’un elinden geri almaya niyetlildirler. Bu yolculukta Bilbo’ya biçtikleri rol ise hırsızlıktır…
Bilbo bu sonu olmayan maceraya katılmayı reddeder. Koltuk başları dantelli örtülerle bezeli, her daim sıcak evinden ve zengin kilerinden ayrılmanın ne alemi var şimdi? Üstelik geri dönüş garantisi bile yok. Ancak ertesi sabah olup, cücelerin terk ettiği boş ev üzerine-üzerine gelince yaptığı hatayı anlar. Her bir taşını ezbere bildiği yemyeşil tarlaları bir solukta aşarak, köyden ayrılmakta olan gruba yetişir.
Bu şekilde başlayan hikayemiz türlü maceralarla bezeli. Aptal dağ trollerinden, mağaralarda koloniler halinde yaşayan sinir bozucu goblinlere, sivri dişli wargleri bir at gibi süren korkunç orklardan ve ormanları arşınlayan kocaman örümceklere kadar ne ararsanız var bu macerada… Elbette narin bedenlerini taçlandıran yüksek zekalarıyla insanın bakmaya doyamadığı elf ırkını da unutmamak lazım.


Hikayenin can alıcı noktalarında biri de bütün yüzüklerin efendisi o meşhur yüzüğün Bilbo’nun eline geçtiği bölüm. Goblin’lerin tuzağına düşen cüce grubundan sessizce kaçmayı başaran Bilbo, talihsiz bir çatışmanın sonunda kendini goblin dağının ta dibinde bulur. Orada, karanlığın tam ortasında, yapayalnız yaşantısından ötürü, insani her türlü duygusunu yitirerek adeta canavara dönüşmüş sefil bir yaratık gizli: Gollum! En değerli hazinesi olan ve “kıymetlim” diye çağırdığı yüzüğünü farkında olmadan düşüren Gollum’un Bilbo’yu akşam yemeği yapmasına ramak kala, ikili arasında bir garip oyun türer. Karşılıklı olarak bilmece sordukları bu oyunu Gollum kazanırsa Bilbo’yu yiyecek, Bilbo kazanırsa, Gollum onu bu labirent gibi dağdan dışarı çıkaracak. Sizce bu oyunu kim kazanmış olabilir?

Lord of the Rings’ten alışık olduğumuz pek çok yüzün yanısıra, Hobbit’te Orta Dünya’nın yeni karakterleriyle de tanışıyoruz. Ormanın deli büyücüsü Radagast the Brown, kendi gibi ruhu da çirkin goblin kral ve Thorin’in belalısı amansız ork Azog bunlardan bazıları…
The Hobbit: Unexpected Journey (Hobbit: Beklenmedik Yolculuk) filmi hakkında eleştirmenlerin yorumları iki uçta geziyor. Kimi filmi beğenirken, kimi de acımasızca eleştiriyor. Beğenenler filmin fantazi dünyası yaratmaktaki başarısına, görsel zenginliğine ve teknik gücüne vurgu yaparken; eleştirenler 300 sayfalık kısa bir kitabın üç filmlik bir destana dönüştürülmesinin gereksiz olduğunu, savaş sahnelerinin kitabın orijinaline kıyasla çok abartıldığıni ve filmin süresini doldurmak için gereksiz detaylar verildiğini söylüyor.
Ancak film piyasasında sıklıkla yaşandığı üzere, izleyicinin zevkleri film eleştirmenlerinin zevklerinden ayrı düşebiliyor. İlk haftada sadece Amerika’da 84 milyon dolar (diğer ülkelerde 135 milyon dolar) hasılatla Amerikan box office listelerine birinci sıradan giren ve 2.haftasında hala ilk sıradaki yerini koruyan Hobbit, senenin en çok iş yapan filmlerinden bir olacak gibi gözüküyor.
Yazımın tonundan da anlayacağınız üzere, ben Hobbit’i beğenenler arasındayım. Bayılarak izlediğim Lord of the Rings’ten tam 11 sene sonra, tam da fantazi türünün özlendiği bir noktada gelen bu epik filmde, bazı eleştirmenlerin gereksiz olarak gördüğü Orta Dünya detaylarının ben yudum yudum içerek keyfine varmayı tercih ediyorum. Ayrıca yönetmen Peter Jackson’un ilk kez bu filmde kullandığı bir teknik olan 48fps ile (saniyede 48 görüntü) yarattığı görsel şölene şapka çıkarıyorum.
“Yok efendim Hobbit şöyle, yok efendim Hobbit böyle” diye mızmızlanan eleştirmenlere de “Beğenmeyen izlemesin kardeşim! Halk zaten neyi izleyeceğini biliyor” diye mesajımı gönderiyorum 🙂 270 milyon dolarlık dev prodüksiyon bütçesiyle film şirketi MGM’i batmanın eşiğine getiren Hobbit, anlaşılan eleştirmenleri ve izleyicileri daha çoook konuşturacak. Oscar törenlerinde buluşmak üzere :)))
berk’i annemlere satip gittik esimle.. iyi ki gitmisiz 🙂 hikayenin devamini bekliyoruz.. darisi silmarilion’in basina
Evet ben de merakla bekliyorum… Ama hep 1 sene beklemek zorunda olmak çok zor kardeşim. Şunları arka arkaya yayınlasalar 😛
Beklenmedik yolculuk devam ediyor :))) Legolas kilo mu almış, hantallaşmış mı ne????
Ay eveeaaaaat! Cidden bir ağırlık gelmiş üzerine… 🙂