Can’ım oğlum,
Seni ve anneni İstanbul’da bırakıp, gurbetteki evimize işim nedeniyle sizden önce döndüğüm günden beri yirmi gün geçmiş. Daha ayrılığın ilk dakikalarında özlemeye başladım seni. Özlemim hergün katlanarak artıyor.
Ayrılık ve özlem bana yabancı değil aslında. Ortaokul günlerimden beri tanırım bu duyguyu.
Anne, baba, kardeş özlemini… Ardından üniversite deyince anneanne, dede, babaanne, dayı, kuzen, yenge ve teyze özlemini… Sonraları askerdeyken, nişanlı, eş özlemini… Okumak uğruna sevdiklerinden ayrı kalmak. Birşeyleri kazanırken, birşeylerden fedakarlık yapmak.
Alıştım sanmıştım geçen bunca senelerde. Meğer evlat özlemi de varmış tatmadığım henüz.
Can’ım oğlum, bu duyguları ileride sen de yaşayacaksın, ama, dileğim ayrılıkların böyle hayırlı ve güzel sebeplerden olsun.
Zaman kavramının ne kadar göreceli olduğu da bir kere daha ispatlandı benim için. Türkiye’de tüm ailemiz ve sevdiklerimizle beraberken akıp geçen saatler, günler, haftalar burada sanki durdu.
Şimdi annenle beraber gelmenize günler kaldı. Beni kavuşma heyecanı sardı bile. Ve de aklımda uçuşan meraklı sorular… Ne kadar büyüdün? Oyunlarına hangi oyunları kattın? Ağzındaki dişleri ne kadar çoğalttın? Konuşma ve yürüme belirtileri gösteriyor musun? ve daha niceleri…
Şimdilik fotoğraflarla gideriyorum sana olan hasretimi ve de bir o kadar özlediğim annenin anlattıklarıyla…
Anneni, anneanneni, dedeni, dayını, yengeni üzme.
Gülen yüzün hiç solmasın.
Sevgiler Can’ım.
Baban Kuzey