Kenarları hafifçe solmuş siyah-beyaz bir fotoğraf. Belli ki seneler geçmiş çekileli… İstanbul’un Beşiktaş semti, Şenlikdede mahallesinde, denizci şapkası takmış kumral bir çocuk başını hafifçe sola yaslamış, size bakıyor. Boyu fotoğraf makinasının objektifine yetişsin diye tahta çerçeveli sandalyenin üzerine koymuşlar. Tembihlemişler mutlaka “Fazla yaramazlık yapma, düşersin!” diye… Eksi fotoğraflarda hep bir duygu, bir derinlik… Elini uzatsan canlanıp dile gelecek sanki… Beyaz potinlerini giymiş, minik ellerini dört düğmeli, el dikimi kruvaze paltosunun ceplerine sokmuş. O yaşta bile ciddi, kendinden emin. O ufak çocuk benim babam: Şeref… Dedem Kenan bey ile babaannem Emine hanımın ortancası… Yasemin halamın ağabeyi, Nedret halamın ufak kardeşi…
Baba! Yaslanılacak dağ, sığınılacak liman… Hiç mi çocuk olmaz babalar, çocuk olmaya hakları yok mudur?
Babam, oğlum olsaydı… Olmaz ya, şöyle bir günlüğüne… Sabah kuşları cıvıldaşırken kalkardım erkenden. Cezvede sütü kaynarken yanıbaşına oturur, uyanmasını beklerdim sessizce. Yuvarlacık yüzünü okşar, mis kokusunu içime çekerdim… Kıvrık kirpiklerin arasından mavi boncuk gözler aralanırken, nemli bir buse kondururdum burnunun ucuna…
Babam, oğlum olsaydı… Nemli bebek ellerini sıkıca tutar, deniz kıyısına götürürdüm. Dolmabahçe’ye, doğduğu sahillere… Pamuk şeker alırdım iki buçuk kuruşa. O şekerini parça parça yiyedursun, ben dertleri kağıttan kayıklara yükler, üfleyerek taaa uzaklara gönderirdim. Azad ederdim onu tüm düşüncelerinden…
Babam, oğlum olsaydı… Sorardım ona, “En çok hangi rengi seversin? diye… Gözlerini kapatıp, kuzuları saydın mı hiç düşünde? Misket yuvarladın mı, çember çevirdin mi? Hangi oyunları oynadın evinizin bahçesinde? Mutlu musun küçük Şeref, eğlendin mi gönlünce?”
Babam, oğlum olsaydı… Salçalı İzmir köfte pişirirdim öğle yemeğine. “O tabak silip süpürülecek!” derdim, hiç ses etme. Bir de tarçınlı muhallebi var vaktiyle bitirenlere…
Babam, oğlum olsaydı… Öğleden sonra parka giderdik. Onu kırmızı salıncağa oturtur, sallardım sessizce. Akşamüstü meltemi öperken mahmur yüzünü, onu daha hızlı sallar, çocuk kahkahalarını dinlerdim. “Bir gün sen de baba olacaksın, hem de en iyisinden. Çocuklarını işte böyle sallayacaksın.” derdim.
Babam, oğlum olsaydı… Akşam vakti onu dizlerime yatırır, bir öykü uydururdum kulağına:
“Bir varmış, bir yokmuş. Dünyanın bütün yükünü omuzlarında taşıyan bir adam varmış. Hep çalışmış, pek yorulmuş, ama hiç yılmamış. Küçükken pilot olmak istemiş, hayat onu başka yerlere sürüklemiş. Okumuş, evlenmiş, 2 çocuğu olmuş. Çocuklarını doğruluk, sevgi ve adaletle yetiştirmiş. Ailesini çok severmiş. Hem neşeli, hem pek ciddiymiş. Lakin duygularını dillendirmeyi pek bilmezmiş. Zaten en yufka yürekliler, kendini korumak için en kalın kabuğu örermiş. Seneler geçmiş, çocuklarını evlendirmiş, torun sahibi olmuş. Sevmiş ve çok sevilmiş. Baba olmak işte böyle bir şeymiş.”
Babalar günün kutlu olsun babacığım…
https://www.youtube.com/watch?v=wvE27bhAe6o
Yine beni ağlattın Tanlacığım akşam akşam.Çok güzel bir yazı olmuş,herzamanki gibi.Ellerine yüreğine sağlık.canım benim.