Bazen hayattaki basit dokunuşlar gününüzü aydınlatır. Ya sizi beyninizin içinde küçük bir yolculuğa çıkaran o dokunuş, “umumi tuvalette gördüğünüz el yazması bir not”sa? Amerika’da girdiğim bir umumi tuvaletin duvarına asılmış beyaz dosya kağıdında okuduğum kısa ama etkili bir not: “Sifon sürekli akıtıyorsa sifon kolunu biraz aşağı-yukarı oynatın. Düzelecektir.” Lavabonun kenarına iliştirilmiş bir diğer not: “Bu musluk çalışmıyor.”
Umumi tuvaletlerdeki fotoselli musluklar modern hayatın güzellikleri… Ya da cilveleri… Hani bazen elinizi sabunlayıp musluğun altına tutarsınız da, ileri-geri, ileri-geri, o fotoseli bir türlü çalıştıramazsınız. El sabunlanmıştır bir kere, o su akmalı… Bir süre uğraşıp çalıştıramayınca pes edip yandaki lavaboya geçersiniz. Bazen o da çalışmaz. Lavabolar arasında dans edip durur, bir yandan da yalvaran gözlerle yanınızdaki insanlara bakarsınız. Acaba siz mi yapamıyorsunuz, yoksa musluk mu bozuk? Ta ki çalışan bir tanesini bulana dek… İşiniz bitince de aceleyle tuvaletten ayrılırsınız, öyle ya, fazla kalınıp keyif yapılacak bir yer değil. Oysa sizden sonra gelen kişi de arızalı fotoselle aynı sıkıntıyı yaşayacaktır. Gün içinde kaç kişinin sinir olduğunu, kaç kişinin belki acele içindeyken çalışmayan muslukla zamanını boşuna harcadığını düşünsenize… Oysa lavabonun kenarına iliştirilmiş, “Bu musluk çalışmıyor.” diyen el yazması o küçük notu okuyunca… Sıradaki musluğu dener ve notu yazan kişiye içinizden teşekkür edersiniz. Bu, Amerika’da günlük yaşamın içinde sıkça gördüğüm jestlerden biri… Diğer insanların okuması için bırakılmış ufak notlar. Kimi zaman kalemle, kalem bulamayınca rujla ya da göz kalemiyle yazılmış, kıvrık, yatık, yuvarlak, büyük, küçük el yazıları… Sizin-benim gibi insanlar tarafından yazılmış. Ortak kullanım alanlarının temiz ve düzenli tutulması bir yana, aksaklıklar fark edildiğinde yetkili mercilere haber verilmesi, yetkili merciye hemen ulaşılamadığı durumlarda da herkesin görebilmesi/aynı sıkıntıyı yaşamaması için not bırakılması yaygın bir sosyal davranıştır burada… Zaten birkaç saat sonra tuvaleti temizlemeye gelen görevli muslukta sorun olduğunu görerek tamirciye haber verecektir. “Aman, benim işim temizlik, onu da başkası yapıversin.” demeyecektir.
Çalıştığım şirkette tuvalete girdiğimde, şirketin kadın güvenlik görevlisini tuvalet kabinlerinden birinde akıtan bir sifonu tamir etmeye çalışırken görmek beni şaşırtmaz. “Bu benim işim değil, bu pis bir iş, ben dokunmayayım.” demez. Sifonun ufak bir hareketle nasıl düzeleceğini öğrenmiştir ve kendi kullanmadığı bir tuvalet dahi olsa fazla su akıtmasın diye düzeltir. O dakikada beni gördüyse bana da nasıl yapılacağını öğretir. Bu basit jestler beni mutlu ediyor. Hem güvenlik görevlisinin çalıştığı yeri benimsediğini anlıyorum, hem çalıştığım firmanın su masrafları gereksiz yere artmıyor, hem de gereksiz su tüketimini engellemek yaşadığımız evrenin bölünmez bir parçası olduğumuzu duyumsatıyor.
Geçen gün mesai bitiminde eşimin beni almasını beklerken lobide oturuyordum. Şirket hiyeraşisinde İnsan Kaynakları bölümünün en üstündeki kadın da aceleyle işten ayrılıyordu. Belli ki bir yere yetişmesi gerekiyordu. Bana iyi akşamlar derken ayağı kapının girişindeki paspasın ucuna takıldı. Paspas bir şekilde kıvrılmış ve geçen herkesin takılacağı bir tehlike yaratır hale gelmişti. Kadın paspasa dikkatle bakarak “Bu tehlikeli! Dikkatli ol.” dedi ve acelesi olduğu için ayrıldı. Ertesi sabah mesai girişinde halıya dikkat ettiğimde çoktan tamir edilmişti bile…
Amerika’da uzun süredir yaşıyor olmama rağmen bu tip kültür farklılıkları beni hala gülümsetir, kafamı meşgul eder. Türkiye’de olsaydı akıtan sifon asla fark edilmez, ya da farkedilse bile umursanmazdı. Öyle ya, parası bizim cebimizden çıkmıyor ki (Acaba gerçekten öyle mi?) Türkiye’de umumi bir tuvalette fotoseli çalışmayan musluklar birer-ikişer kullanımdan kalkardı. Ta ki çalışan hiçbir musluk kalmayıp insanlar elleri sabunlu bir şekilde isyan edene ve kirli ellerle tuvaletten ayrılana kadar… Türkiye’de hatalı paspas ancak biri düşüp bacağını kırınca fark edilirdi. Ya da hiç fark edilmez, “O da yürürken önüne baksaydı.” denirdi.
Bizde elini taşın altına koyanlar pek sevilmiyor. Sosyal yaşamın aksaklıklarıyla mücadele eden insanlar çoğunlukla yanlız kalıyor. Pek çok insan aynı aksaklıktan şikayet etse bile iş düzeltmek için bir hareket yapmaya geldiğinde daha önce şikayet edenler birer birer ortadan kayboluyor. Mücadeleye devam etmek isteyenlerin de en iyi ihtimalle “Sen mi uğraşacaksın, boşver.” diyerek cesareti, yardım isteği kırılıyor. Bir de günümüzde çok popüler olan sosyal medya şövalyeliği var. Bir sıkıntı konusunda sosyal medyada herkes atıp tutuyor, fotoğraflar paylaşıyor, imzalar toplanıyor, beğeniler yapılıyor, ancak iş harekete geçmeye geldiğinde destek verenlerin onda biri ortada görülmüyor. Çoğu insanın gözünde aksaklıklarla mücadele etmek ya başa bela ya da boşuna yapılan bir uğraş. Çünkü aksaklıklarla ilgili şikayet mercileri ya mevcut değil ya da düzgün çalışmıyor. Öyleyse koyverelim gitsin, değil mi?
Yaşam bu şekilde olmak zorunda değil. Günlük hayattaki ufak dokunuşlar, biraz düşünce, biraz nezaket çok mu zahmetli? Sokağa çıktığımızda türlü aksaklıklarla sürekli mücadele edip, şikayet ettiğimiz bir yaşamı mı tercih ederiz, yoksa düzenli akışı olan bir toplumsal hayatı mı? Peki bunun için ne yapıyoruz? Bir aksaklık gördüğümüzde boşvermek yerine yapabileceğimiz bir şeyse elimizi taşın altına koyup hemen düzeltmek, bizi aşan bir durumsa ilgili mercilerden düzeltilmesini talep etmek sadece başkalarına değil, kendimize karşı da sorumluluğumuz. Varsın başlangıçta yanlız olalım, varsın o merciler bizimle ilgilenmesin, şikayetlerimizi dikkate almasın. Yeterince insan aksaklıkları düzeltmek için şahsen harekete geçer ve gerekirse beraberce çalışırsa, toplumsal yaşam koşulları birgün mutlaka düzelecek. Nihayetinde kimsenin birbirinden haberi olmadığı, toplumsal yaşamla ilgili sıkıntıların duyurulamadığı ya da sistemleri daha iyi bir noktaya taşıyacak uygulamaların bilinmediği dönem bitmiştir. Bizim asıl “toplum için bireysel ve beraberce hareket bilinci” üzerinde çalışmamız, çocuklarımızı da bu yönde yetiştirmemiz gerek… Yaşadığımız toplumdan, kültürden ve coğrafyadan gelen çok güzel başka davranışlarımız var ama bu konuda sanki biraz sınıfta kalıyoruz… Ne dersiniz?