Mehmet Ali Birand köşe yazısında uçak yolculuğunu çekilmez hale getiren çocuklardan bahsetmiş ve “Neden bizim çocuklar daha fazla ağlıyor?” diye sormuştu. Dünkü yazımda bebeklerde ve çocuklarda ağlamanın nedenleri üzerinde durdum ve ağlama ile başa çıkmada doğru ve yanlış yaklaşımlar konusuna değindim. Bugün ise, “Türk çocukları neden çok ağlıyor?” sorusunu yanıtlamaya çalışacağım.
Öncelikle şunu belirtmem gerekiyor, Mehmet Ali Birand’ın gözlemine katılıyorum: Türk çocukları gerçekten çok ağlıyor. Ancak konuyu sadece ağlamakla sınırlandırmamalı. Ağlamak daha çok küçük çocuklara özgü bir davranış biçimi. Yaşlar büyüdükçe ağlamanın yerini huysuzlanmak ve içinde bulunulan ortamı birbirine katmak alıyor. Daha büyük çocuklar ise ebeveynleri ile sürekli bir tartışma ortamına giriyor. Kısacası Türk çocukları sosyal ortamda nasıl davranılacağını bilmiyor.
Yaklaşık 8 senedir Amerika’da yaşıyorum. Restoran, park, mağaza gibi sosyal alanlarda gördüğüm ve değişik milletlerden olan arkadaşlarımızın aile yaşantısında gözlediğim kadarıyla, sosyal ortamda uslu duramama sendromu sadece Türk çocuklarına özgü değil. Ortadoğu ve Asya ülkelerinin çoğunda durum böyle. Girdiğimiz ortamlarda kendini yerden yere atan, yemek yememek için direnen, bağırarak konuşan, ortalıkta koşuşan ne kadar çocuk varsa doğu kültüründen geldiğini görmek hem üzücü hem de hayret verici. Nedenlerini düşündüğümde ise, faturayı sadece çocuğa çıkarmak mümkün değil. Çünkü çocuğun davranışlarını aile ve toplum şekillendiriyor.
Sosyal ortamdaki çocuk konusunda, batı ve doğu kültürlerindeki farklılıkları anlatmadan önce, şunu peşinen söylemek istiyorum: Aşağıda verdiğim kıyaslama, ilk bakışta, batı kültürüne bir övgü gibi gözükebilir. Ancak bu yazı sadece çocukların toplum içindeki davranışlarını değerlendirmek amacıyla yazılmıştır. Şüphesiz doğu kültürünün de çocuklara verdiği, övgüyü hak eden, çok güzel değerleri vardır. Çocuklarımızı yetiştirirken, herhangi bir kültüre körü körüne bağlanmak yerine, her kültürün içinden faydalı olan uygulamaları almak esas olmalıdır.
Diğer önemli nokta da şu: Ağlayan çocuk bir kader değildir. Her Türk çocuğu ağlayacak diye bir kural da yoktur. Ailenin ve toplumun çocuk yetiştirmeye nasıl yaklaştığına göre, çocuğun davranışı da olumlu yönde şekillenebilir.
Batı Kültüründe Sosyal Ortamdaki Çocuk
Birey Merkezli Yaşam
Batı kültürü doğu kültürüne göre daha bireycidir. Bireycilik iki yönlü olur:
1- Çocuk bir bireydir: Çocuklara ufak yaştan itibaren birey kavramı öğretilir. Çocuğa kendi ile ilgili konularda söz hakkı verilir. Çocuğun söyledikleri dinlenir. Fikirlerine önem verildiğini gören çocuk, ebeveynleri ile daha az çatışır.
2- Ebeveyn bir bireydir: Ebeveynlerin de çocuktan bağımsız bir yaşantıları olduğu kabul edilir. Ebeveynin ve çocuğun yaşantısı arasında denge kurulur. Mesela ebeveyn bir işle ilgileniyor ve çocuk sadece sıkıntıdan ağlıyorsa, ebeveynin işi bitene kadar çocuk bekler. Böylece çocuk, zaman içinde sabırlı olmayı öğrenir.
Ağlamaya Karşı Yaklaşım
Çocuk yetiştirilirken işbölümü yapılması esastır. Sosyal ortamda çocuk ağladığında “Neden bu çocuk susmuyor” diye gözler hemen anneye dönmez. O an hangi ebeveyn müsaitse, çocuğun ihtiyacını karşılar. Daha sonra, kendi kendine sakinleşmesi için çocuğa fırsat tanınır. Çocuk aşırı ilgi ile boğulmaz. Çocuk çok ağlıyor ve huysuzluk yapıyorsa, sosyal ortamın kuralları hatırlatılır ve gerekirse sakinleşene kadar o ortamdan uzaklaştırılır.
Kurallar Uymak İçin
Batı kültüründe yasalara ve toplumsal kurallara uyma konusunda daha sert bir yaklaşım vardır. İster “insanların içinden geliyor” deyin, ister “cezai yaptırımlar yüzünden mecburen uyuyorlar” deyin sonuç değişmez. Trafikte, bir mağazadaki kuyrukta ya da restoranda, hangi sosyal ortamda olursanız olun, insanlar kurallara uyar. Çocuklara da çok küçük yaştan itibaren kurallara uymak öğretilir. Çocuk, ebeveynlerinin de kurallara uyduğunu gözlemler ve kurallara uymayı benimser. Onları sorgulamaz. Böylece, içinde çocukların da yer bulduğu, ahenkli bir sosyal yaşam oluşur.
Aktif Sosyal Katılım
Batılı ailelerde çocuk olduktan sonra sosyal aktivitelerde katılımda çok fazla azalma olmaz. Çocuklar da çok küçük yaştan itibaren ebeveynleriyle beraber restoran, opera, sinema gibi sosyal ortamlara katılır, seyahatlere çıkar ve bu ortamların kurallarına göre davranmayı öğrenir.
Çocuklu Ailelere Yaklaşım
Amerika’da gözlemlediğim ve bizim kültürümüzden farklı olan bir diğer konu da çocuklu ailelere yaklaşımdır. Amerika’da sosyal alanlar, çocuklu ailelerin ihtiyaçlarına göre düzenlenmiştir. Marketlerde çocuklu aileler için ayrılmış park yeri, restoranlarda çocuk sandalyesi ve çocukların oyalanması için boya kalemi/kağıt, hemen her mahallede çocukların faydalanabileceği park ve havuz, kütüphanelerde geniş çocuk kitapları/müzikleri/filmleri koleksiyonu ve çocuk aktiviteleri buna örnek olarak verilebilir. Kısacası çocuğun sosyal yaşamdaki varlığı kabul edilmiş ve ihtiyaçları düşünülmüştür. Dolayısı ile çocuğun ev dışında da sıkılmadan ve çevreye rahatsızlık vermeden vakit geçirebilmesi için seçenekler mevcuttur.
Sosyal alanda bir çocuk nadiren huysuzlanıp, ağlarsa kimse dönüp bakmaz. Herkes bu durumu çocukluğun bir parçası olarak kabul eder. Ağlayan çocuğun ebeveynleri, çocuğa fiziksel zarar vermediği sürece, nasıl davranırsa davransın, yargılanmaz. Yargılansa bile bu, sessiz olarak yapılır. Ebeveynlere psikolojik ya da sosyal baskı oluşturulmaz. Böylece aileler de kendilerini çocuk yetiştirme konusunda daha özgür hisseder.
Doğu Kültüründe Sosyal Ortamdaki Çocuk
Çocuk Merkezli Yaşam
Doğu kültürü çocuk merkezli yaşar. Çocuk dünyaya geldikten sonra ebeveynlerin sosyal hayatı bitme noktasına gelir. Herşey çocuğun ihtiyaçlarına göre şekillenir. “Çocuk ağlatılmaz” sözü de bunun bir parçasıdır. Çocuk da her ağlamasının ardından ebeyenlerinden ilgi göreceğini bildiği için ağlamayı bir silah gibi kullanır.
Doğu kültüründe çocuğun bağımsız bir birey olduğu kabul edilmez. Çocuk ebeveynlerin bir uzantısı gibi görülür. Çocuğun sözlerine önem verilmez. “Çocuklar bundan anlamaz”, “Sus! Sen çocuksun”, “Çocuklar öyle herşeye karışmaz” gibi sözlerle pasifize edilir. Çocuk büyüyene kadar toplumun içinde birey olarak yer bulmaz. Bu da sosyal hayattan kopuk, özgüveni düşük, ebeveynlere bağımlı ve yapamadığı şeylerin hırsını ebeveynden çıkaran nesiller yetiştirir.
Ağlamaya Karşı Yaklaşım
Doğu kültüründe çocuğun yetiştirme konusunda dengesiz bir işbölümü dağılımı vardır. Çocukla ilgili herşeyden anne sorumlu olarak kabul edilir. Çocuğu ağlayan annenin kötü anne olduğu konusunda yaygın bir inanış vardır. En ilginci bu baskıyı en çok diğer anneler ve aile bireyleri yapar. Bu kişiler anneye destek olmadığı gibi, köstek de olurlar. Baba dahil diğer aile bireyleri, sırf çocuk sorun çıkarmasın diye, annenin yasakladığı şeyleri yaparak, çocuğa doğru olanın ne olduğu konusunda karışık mesajlar verir. Daha sonra da sosyal ortamda çocuk uygun şekilde davranmayınca, yine anne suçlanır.
Doğu kültüründe ağlamanın nedeni çok da irdelenmez. Çocuğun susmasına öncelik verilir. Çocuk sustuğu sürece her yolu denemek mübah sayılır. Normal zamanda yapmasına izin verilmeyen şeyler, sosyal ortamda ağlayan çocuğa teklif edilir. Mesela yemekten önce tatlı yemek, babanın cep telefonu ile oynamak gibi… Bunlar sadece günü kurtarmaya yarayan kısa vadeli çözümlerdir. Bu tür davranışlar, yasaklar konusunda çocuğun kafasını iyice karıştırır. Ağlayarak her istediğini elde edebileceği mesajını verir.
Kurallar Esnetmek İçin
Doğu kültürü kurallardan hoşlanmaz. İnsanlar bir yandan “herkesin kurallara uymadığı” konusunda şikayet ederken, diğer yandan, kendileri sanki toplumun dışındaymış gibi, buldukları her fırsatta kuralları uygulamamaya/esnetmeye çalışırlar. Çocuklar da ebeveynlerinin bu tutumunu gözler. Anne ve babası restoranda bağıra çağıra konuşurken, çocuğun uslu durmasını nasıl bekleyebiliriz? Uzun vadede çocuk, kuralların anlamsız olduğunu ve esnetilebileceğini düşünür. Bu da ebeveynlerin çocuk üzerindeki otoritesini zayıflatır. “Ne yapsak durmuyor” denen çocuk tipleri bu tür ailelerden çıkar.
Sınırlı Sosyal Katılım
Doğu kültüründe sosyal ortamlara katılma oranı daha azdır. Az olduğu için bu konudaki görgü kuraları da fazlaca gündeme gelmez. Çocuk da sosyal bir ortama girildiğinde nasıl davranılacağını bilemez.
Çocuklu Ailelere Yaklaşım
Doğu kültüründe toplumsal alanların çocukların ihtiyaçlarına göre düzenlenmesi yeni bir kavramdır. Dolayısı ile her gidilen mekanda, yapılan seyahatlerde çocuğa uygun koşuların olmasını beklemek hayaldir. Çocuğun sağlığı, güvenliği ve eğlenmesi için gerekli olan her aracı aile önceden düşünüp ayarlamak durumundadır. Kimi aileler sırf bu sebeplerle sosyal ortamlara az girmeyi, seyahate az çıkmayı tercih eder.
Can Ağladığında
9 aylık oğlum Can henüz sosyal ortamlardaki görgü kurallarını öğrenmek için çok küçük. Ancak bu, sosyal aktivitelere katılmadığımız anlamına gelmiyor. Aksine, sosyal ortamlara girmek konusunda Can’ın doğumundan itibaren çok az kısıtlama yaptık. Can bizimle beraber ilk gezmesini 7 günlük iken yaptı. Beraber alışverişe ve restorana gitmiştik. O zamandan beri bizimle beraber her yere gelir. Sadece sinemaya eskisi gibi sıklıkla gidemiyoruz. O da eşim Kuzey ile beraber gitmek istememizden kaynaklanıyor. Yoksa Can’a dönüşümlü bakarak, tek tek de gidebiliriz. Can şu anda 9 aylık ve dışarıda vakit geçirmeye çok alışık. Çok yorulmadığı sürece dışarıda hemen hiç ağlamaz. Hatta dışarıyı evden daha çok sevdiğini söyleyebilirim.
Görgü kurallarını öğrenecek yaşa gelene kadar, öncelikli olarak Can’ı ağlama konusunda terbiye etmeye çalışıyorum. Ağladığı zaman, ilk olarak, açlık, ıslak bez gibi fizyolojik ihtiyaçlarını süratle karşılıyorum. Psikolojik ve duygusal gelişimini sağlamak için, onunla her gün bol bol oynuyor ve sık sık öperek, kucaklayarak sevgimi gösteriyorum. Ancak kimi zaman fiziksel bir ihtiyacı olmamasına rağmen ağlıyor. Bu zamanlar genellikle kendi kendine oynamaktan sıkıldığı dönemlere denk geliyor. Bu durumda, işim yoksa hemen ilgilenip, onunla oyun oynuyorum. İşim varsa, Can’ı, oyun parkı gibi gözümün önünde güvenli bir alanda tutup, işimi tamamlayana kadar kendi kendine bırakıyorum. Çoğunlukla bir müddet daha ağladıktan sonra oyuncaklarına dalıyor ve ağlamayı kesiyor. Ancak bazen ağlaması daha da artıyor. Bu durumda işimi bırakıp ya kucağıma alıyor, sakinleştiriyor ve parkına geri bırakıyorum ya da yanına gidip ben de onunla oyun oynuyorum.
Bu 9 aylık süreçte, Can ile, 2 defa uzun mesafeli uçak seyahati yaptık. Aktarmalarla beraber 8 defa uçağa bindik. Bir tanesi dışında hemen hepsinde gayet güzel durdu. Çoğunlukla da uyudu. Ağladığı yolculukta ise uykusuzdu. Ağladığı sürece çevrede oturan insanlardan asla yargılayıcı bakışlar görmedim, iğneli sözler duymadım. Aksine herkes nasıl yardım edebileceğini sordu. Hatta bir yolcular, yorulmuş olabileceğimi, dinlenmek istiyorsam bebeği tutabileceklerini bile söylediler.
Yaşadığım ortamda, çocuk sahibi olduğum için ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmediğim için mutluyum. Her aile bizim gibi süreçlerden geçiyor. Benim çocukların türlü hallerine olan anlayışım, çocuk sahibi olduktan sonra daha da çok arttı. Çocuklu ailelere karşı anlayışlı olmak gerekir diye düşünüyorum.
Sonuç
Çocuğun sosyal ortamlarda ağlamasının ya da daha geniş bir yaklaşımla ortamın gereklerine göre davranmamasının pek çok nedeni var. Çocuğun doğası, ebeveynlerin çocuk terbiyesi anlayışı ve toplumun çocuklu aileye yaklaşımı bu nedenler arasında sayılabilir. Toplu alanlarda uygun şekilde davranan çocuklar yetiştirmek için yapabileceklerimizi şöyle özetleyebilirim:
Öncelikle, çocuğu birey olarak kabul etmek, onun isteklerini, ihtiyaçlarını dinlemek sadece sosyal ortamlarda değil her ortamda ebeveyn-çocuk çatışmasını azaltacaktır.
Türk ebeveynleri olarak bizim, çocuklarımıza daha çok güvenmeye ve onları daha serbest bırakmaya ihtiyacımız var. Örneğin, bir yaşından sonra her çocuk önüne konulan yemeği ama az-ama çok kendi başına yiyebilir. Aşırı ısrarcı tutumları özellikle sosyal ortamlarda bırakmakta ve çocuğa biraz nefes aldırmakta fayda var.
Çocuğu kırılacak bir nesne gibi görüp sosyal ortamlardan uzak tutmak da doğru bir yaklaşım değil. Doğumdan sonraki 40 gün, anne ve bebeğin eve kapandığı günler, ciddi bir sağlık sorunu olmadığı sürece artık geride kalmalı. Çocuklar küçük yaştan itibaren uygun sosyal ortamlara sokulmalı ve o ortamların kuralları öğretilmeli. Ebeveynler kurallara, yasalara en başta kendileri uyarak çocuklarına örnek olmalı. Gidilen yerde çocuğun sıkılmaması için gerekli önlemler alınmalı. Çocuğun limitleri bilinmeli. Çocuk yorgun iken, uykulu iken ev dışı aktiviteler yapılmamalı ya da kısa kesilmeli.
Çocuk sosyal bir ortamda ağladığında, önce fiziksel bir ihtiyacı olup olmadığına bakılmalı. Yaramazlık yaptığında o yerin kuralları hatırlatılmalı. Uygun şekilde davranmazsa bir daha bu tür aktivitelere katılmayacağı belirtilmeli.
Ben aşırı yaramaz çocukların nadir olduğunu düşünüyorum. Gerekli terbiye ve fırsat verilirse hemen her çocuk sosyal ortamda uslu durmayı öğrenir.
Son olarak, bazen ebeveynlerin her türlü çabasına rağmen çocuk doğru davranışları sergilemeyebilir. Hiçbir aile çocuğunun toplum içinde ağlamasını, huysuzlanmasını ve yaramazlık yapmasını tercih etmez. Ailenin yaşam ve terbiye koşullarını dışarıdan anlamak mümkün olmadığına göre, çevredeki insanların eleştirileri/yargılayıcı bakışları sadece ebeveynlerin moralini bozacaktır. Nihayetinde beklenmedik davranışlar sergileyen bir yetişkin değil, bir çocuktur. Toplumun çocuklu ailelere destek olması ile, daha arzulanan bir sosyal yaşam yaratılacaktır…
Bu konu coktan beri kafami kurcalamakla beraber, cocuk sahibi olduktan ve ABD’ye geldikten sonra daha cok sorguladigim ve cevap bulmaya calistigim bir konu. Bence cok guzel bir degerlendirme yapmissin. Gercekten takdir ettim.
Biz Turkler cocuklarimizi cok seviyoruz. Ama biz cogu zaman ani kurtariyoruz. Cocuk agladi mi, aman aglamasin. Cocuk zorlandi mi aman ayagi tasa degmesin, biz kosalim yardima vs. Batililar ise cocuklarina yatirim yapiyorlar. Aglamamayi, sabirli olmayi, zorluklarla mucadele etmeyi ogretiyorlar.
Bir de bence en onemlisi sabir faktoru. Biz cogu zaman kolay yontemi seciyoruz ve ani kurtariyoruz. Onlarsa sabirli olup zor yontemi tercih ediyorlar ama uzun vadede olumlu sonuclar aliyorlar. Adamlar upuzun kuyruklarda saatlerce giklari cikmadan birbirlerine saygilarini yitirmeden bekliyorlar. Biz Turkler kendimiz sabirli degiliz ki cocuklarimiza sabirli bir sekilde egitim verebilelim.
Neyse costum cok uzun yazdim ben de ama bu konu uzerinde sosyoloji doktorasi yapilabilecek bir konu bence 🙂
Yorumun için teşekkürler Berrak,
Senin de belirttiğin gibi, çocuk yetiştirmede kısa vadeli çözümleri bir kenara bırakıp planlamaya başladığımız zaman hayatımızın daha da kolaylaşacağını düşünüyorum… Planlamak belki ilk aşamada zor gibi gözüküyor ama aynı hataların tekrar tekrar yapılmasını engellediği için uzun vadede bizim yararımıza oluyor.
Sevgiler
Biz Türkler öocuklarımızı çok seviyoruz diye bir genellemeye istatistiksel bir oranlamayla cevap verecek olursak Türkiyede öocukların sevilmediğini çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Ne trafikte be de okulda nede sosyal yaşamda çocuklara bir değer verildiğini görmüyoruz. Hem kendi ailelerinden hem de çevreden sürekli bilinçsiz ve yanlış davranışlar görüyoruz. Haberlerde gördüğümüz çocukların durumu ortada. Trafikte çocukların durumu felaket. çocuk koltuğu biraz daha yaygınlaşmış olsa da hala hala kucakta çocuk taşınıyor arabada. Şöför koltuğuna oturmuş çocuk görmek çok da zor karşılaşılan bişey değil Türkiye ortalamasında. Başından savmak için o kadar para vererek gönderdikleri özel okulun servisinde emniyet kemeri mi? Kimsenin aklına gelmiyor. Karşıdan karşıya geçerken bebek arabalı babaya yol veren araç ben henüz görmedim İstanbulun ortasında. Okullaeda dayak halen devam etmekte. Sosyal olarak çocuklu bir aileyseniz İstanbulda ya sahile yada avm ye kaçmanız lazım. Aksi taktirde ne işin var burada çocukla gözüyle bakılırsınız. Hayır çocuklar bu ülkede sevilmiyor.
Çok doğru tespitler Metin,
Bir yandan çocuk sevgisi deyince üzerimize yoktur, diğer yandan böyle çelişkiler içindeyiz…
Tanla
Yine cok dogru bir yazi yazmissin. Tebrik ederim. Bizim cocuklarimizin durumunu hepimiz goruyoruz ama bu kadar acik bir sekilde nedenlerini baska bir yerde okumamamistim. Tesekkur ederim.
Rica ederim Seda
Sadece gözlemlediklerimi yazmaya çalıştım. Eminim başka eklenecek noktalar da olabilir.
Sevgiler
O kadar güzel bir yazı olmuş ki doğu kültürü ne yazıkki çocuğu bırak bir yetişkini bile çoğu zaman birey olarak görmez
Bende iki yöntemi karıştırark kullanıyorum 🙂
Sevgiler
Teşekkürler Esra. Tesbitine katılıyorum. Genel olarak bireye karşı saygı konusunda alınacak yolumuz var.
Merhaba, yaziniz gercekten guzel olmus tesekkur ederim oncelikle bu konuyu ele aldiginiz icin. Benim kizim 3,5 aylik daha cok herseyi anlamaz diye dusunurken her gun yeni seyler kesfediyo ve benim onu cozucegim halde o beni cozuyo sanirim. Bugunlerde 2 dk bile odada yalniz kalamiyor. Ben mutfaga bi su icmeye gitsem kiyametleri kopariyo bagriyo agliyo korkup yanina geliyorum gozlerini aciyo bana gulmeye basliyo inanin bu durumla nasil basa cikabilicegimi sasirdim.. Buyudugunde de her istedigi olsun diye bagricak agliycak diye endiseleniyorum ve ilk cocugum oldugu icin bu konuda cok tecrubesizim. Mamasini tv izleyerek yemek istiyo engel oluyorum buna bu sefer inatlasip yemiyor. Mumkun oldunca tv den uzak tutmaya calisiyorum fakat istekleri artinca bagirip aglamasi da artmaya basladi. Yaziniz bu yuzden olaylari kawramama biraz yardimci oldu ama hala eksigim var bu konuda yalniz kalip sabretmeyi beklemeyi nasil ogretebilir? Aglarken bagrirken katilmasindan korkup yanina kosuyorum bu duyguyu nasil asabilirim?