Hı-hı! Kuzey yine iş seyahatinde… Hem de 4 günlüğüne… Hem de tropikal bir cennete gitti: Puerto Rico! Bu yazımda oğlumla başbaşa geçireceğimiz 96 saatin (5,760 dakika) bende uyandırdığı derin hislere odaklanacağım.
Tam 5,760 dakika! Boru değil! Çocuk sahibi olan arkadaşlar beni gayet iyi anlayacaktır. O şerefe henüz erişmemiş arkadaşlarsa belki burun kıvıracaklar. “Aman canım ne var bunda Altı-üstü 4 güncük, Lütfen abartmayalım”… falan diyecekler. Davulun sesi uzaktan hoş gelirmiş. Tok açın halinden anlamazmış. Bu laflar boşuna mı söylenmiş. Muhtemelen kendileri de çocuk sahibi olan sefil atalarımız bir bunalım anında (mesela kocaları iş seyahatine çıktığında) bunları yumurtlamış olmalılar. Zira böylesine bir bilgeliğin bekarlardan çıkması mümkün değil.
Bekar arkadaşlara sesleniyorum: Siz hiç bir toddler’ı (1-3 yaş aralığındaki insan yavrusu) bir tam gün eğlemeyi denediniz mi? Öyle yeğenini yarım saat dizinde zıplatmak, çocuk parkına götürüp iki sallandırmak ya da çikolata verip çenesini kapamakla olmaz bu iş. Günde üç öğün yedirmeyi, içirmeyi, temizlemeyi ve uyutmayı da sayalım… Hatta bunları yılın 365 günü aralıksız olarak yapacaksınız. Tatil falan yok. Ayrıca evi derleyip-toplayıp, yemekleri yapacaksınız. Ne oldu? Sesiniz kesildi bakıyorum. En iyisi bekarlar bu konuda konuşmasın… (Ayrıca karı falan da boşamasın.)
Neyse, konuyu saptırdık. Ne diyordum. Hah! Koca iş seyahatine gitti. Daha bir önceki seyahatin her an verem olmaya müsait zayıf bünyemde açtığı onulmaz yaralar(1) kapanmamışken, bu seyahat de nereden çıktı diyebilirsiniz. Haklısınız benim canım okurlarım. Lakin, makus kader, geçen Aralık ayında olduğu gibi bu sefer kendisine eşlik edemedik. Koca kişisi tek başına gitti.
Şu an, oğlumla beraber buz gibi evimizde oturup, kahvaltı niyetine kuru ekmek-soğan yiyip, ağlaşıyoruz. (2) Durumumu gösteren güncel bir fotoğrafımı aşağıya ekledim.

Kahvaltıdan sonraki ilk saatlerimi üzüntüden uyuyarak geçirdim. Ardından sanat aşkına kapılıp Can’ı karşıma oturttum ve aşağıdaki yağlı boya tabloyu çalıştım. Umarım hoşunuza gider.

Tablo bittikten sonra saate baktım. Henüz 15 dakika geçmiş. Eh, Einstein boşuna “Zaman göreceli bir kavramdır” dememiş. Aslında Einstein tam olarak “Put your hand on a hot stove for a minute, and it seems like an hour. Sit with a pretty girl for an hour, and it seems like a minute. That’s relativity.” demiş. Türkçe meali “Elini sıcak bir ocağa koyduğunda 1 dakika, 1 saat gibi gelir. Ama güzel bir kızla geçirdiğin 1 saat, sana 1 dakika gibi gelir. Bu -zamanda- göreceliliktir.” demiş. Beni daha çok elimi ocağa bağlamış bir insan gibi hayal edin. Bas bas bağırsam da elimi çekmem mümkün değil. Zaten bünye de bir süre sonra alışıyor.
Buraya nereden geldik?… Hah! Sanat çalışmalarımdan bahsediyordum. Tablolarımın sonuçları yeterince tatmin edici olunca, “bari biraz da ruhum beslensin” dedim. Eski müzik cdlerime göz atıp, duruma en uygun şarkıları seçtim. Orhan Gencebay’dan “Dertler Benim Olsun”, “Hasret Rüzgarı”, ve Müslüm Gürses‘den “Ayrılık Acı Birşey”i falan…
Şarkıları dinlerken bir içlenmişim, bir ağlamışım ki, gözlerim birden görmez oldu. Ben de Can’ı kucağıma alarak el yordamıyla sokağa çıktım. İlk olarak önümüzdeki 4 gün geçimimi sağlayacak bir iş aramaya başladım. Lokal bir kuaför salonuna manikürcü olarak başvurdum. Ama çocukluyum diye bana iş vermediler. Ardından gitiğim her işyerinden 7 tepikle kovuldum. İşsiz ve (sabah kahvaltısından beri) açtım. Yavrum da ağlamakta olduğundan, gururumu falan ayaklar altına alıp dilenmeye başladım. Burada cami avlusu falan olmadığı için bir marketin otoparkında konuşlandım. O sırada park alanından geri geri çıkan bir Hummer bana hafifçe çarptı. “Oha! Bir de sen vur!” derken aniden gözlerim açıldı. “Görüyorum! Görüyorum!” diye şuursuzca koşmaya balşadım. Kaderim varmı ki talihim olsun, bu sefer de elekrtrik direğine bindirdim. Tahmin edebileceğiniz gibi, gözlerime bir daha perde indi. Şükür ki Hummer’in sahibi vicdanlı biriymiş. Bana yardımcı olmaya karar verdi.

Beni bu bölgenin en iyi hastanesine yatırdılar. Avrupa’dan getirdikleri en yeni tedavi yöntemlerini benim üzerimde denediler. Hiçbiri başarılı olmadı. Doktorlar hastalığımın psikolojik olduğunu söylediler. Öğlene doğru kocam “Puerto Rico’ya vardım hanım” diye telefon açınca, sevinçten gözlerimdeki bandajları yırtarak çıkardım: “Görüyorum! Görüyorum!”
Bu meyanda bana çarpan Hummer’ın sahibi sus payı olarak çok büyük miktarda para verdi. Artık zenginim. Bu tek bir anlama gelebilir: intikam vakti. Derhal iş ararken beni kovan vicdansız market sahibinin kapısına dayandım. Giydiğim kürk ve taktığım pırlantalar yüzünden beni zor tanıdı. “Bir zamanlar kapınızdan kovduğunuz fakir, ama, gururlu genç bir kadın vardı.” diye sözlerime başladım. Lakin adam Türkçe bilmediği için boş boş yüzüme baktı. Böyle cahil insanlar için kıymetli vaktimin bir dakikasını bile harcayamazdım.
Hemen eve gittim. Bu arada akşam oldu. Çocuğumu uyutmak üzere mürebbiyeme teslim ettim. Zengindim, ama, mutluluk ne gezer. Kocam uzaklarda… Akşama Cengiz Kurtoğlu’ndan “Hain Geceler”le uyuyakalmışım. İşte kocam uzaklardayken ilk günüm böyle geçti.
İşin aslı…
Siz benim böyle yazdığıma bakmayın. İş seyahatleri hayatın gerçeği. Kuzey’in de çok yoğun bir programı var. Ayrıca şu an tatil açısından Puerto Rico’nun en güzel mevsimi değil. Muhtemelen önümüzdeki 4 gün de yağışlı olacak. (Oh! oh!) Bunları hafifletici sebepler olarak kabul ediyor ve canım kocama güzel bir seyahat diliyorum.
Aslanım, erkeğim, kocacım! Evine geri dön! Çilekeş karınla, masum yavrun seni bekliyor. Gelirken de bir zahmet havaalanından parfüm mü getirirsin, yoksa en büyük boyundan Toblerone çikolatası mı… Kararı sana bırakıyorum.
Dipnotlar
1- Gözünde dizine dursun Tanla. Bu mu zayıf bünye! Az ye de gözün zayıf görsün biraz…
2- Yeterince demagoji yapmayı başardım mı?