Uzun zamandır gözümü korkutan gün nihayet geldi. Türkiye’deki ailemizden ayrılıp ve Can ile birlikte Amerika’ya uçuyoruz. Beklemelerle birlikte 17 saat 45 dakika süren yolculuğumuz benim için gerçekten bir imtihan oldu. Kolay değil. 11 aylık oğlumla yalnız olarak yaptığımız en uzun uçuştu bu.
Uçağımız öğlen 12,15’de AHL’dan kalkıp, NewYork’ta 1,30 saat beklemeden sonra evimize ulaşacaktık. Sabah erkenden kalkıp babamla vedalaştık. Bizi uğurlamaya annem ve dayım geldi. Boğaziçi köprüsündeki sabah trafiği nostaljik anlar!!! yaşamama yardımcı oldu. Hergün bu trafiği çekmek zorunda olanlara sabır dileyerek havaalanına ulaştık.
Bekleyiş
Kontuar henüz açılmamış olduğundan annem ve dayımla yanyana oturarak zaman doldurmaya başladık. İçimde buruk bir his ve biraz da korku. Ailemi çok ama çok özleyeceğim. Bu uzun yolculuğun bana neler getireceğini bilmediğim için korkuyorum da. Ya Can çok huysuzlanırsa? Türkiye’ye gelirken yanımda Kuzey vardı. Uçak boş olduğundan 4 kişilik koltukta yayılarak oturmuş, küçük beyin altını kolayca değişmiş ve onu oyalayacak alana sahip olmuştuk. Yol boyunca birbirimizle paslaşarak zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık. Kuzey işi dolayısıyla Türkiye’de sadece 2 hafta kalabildi. Dolayısıyla dönüş yolunda yalnızız.
Kontuarın açılmasını beklerken havaalanına konulan kantarlarda bavulumu tartmayı akıl ettim. Eyvah! Limitleri birazcık aşmışız. Tabii Can’a gelen hediyeler, kendim için yaptığım alışverişler ve en önemlisi aldığım yeni kitaplarla* beraber bavullarımız ağır çekiyordu.
Biraz sonra kontuar açıldı. Can’ı da yanıma alarak ağır adımlarla görevlinin yanına yaklaştım. Bavulumun ağır çektiğinden o kadar emindim ki… İçinden neleri çıkarıp anneme vereceğimin hesabını yapıyor ve neden daha az kıyafet almadım diye kendi kendime söyleniyorum. Ama o da ne? Ben korkudan tartının kaç gösterdiğine bile bakamadan, görevli bavulları etiketleyip banta attı. “Yaşasın! Bavul ızdırabı çekmekten yırttık!” diye düşünerek ufak çaplı bir bayram yaşadım.
Ayrılık
Sayılı saat çabuk geçti. Buluşmalar ne kadar heyecan vericiyse, ayrılıklar da o kadar hüzünlü. Aynı yolları bin defa gidip gelseniz de sonuç değişmiyor. Pasaport kontrol noktasının önünde annem ve dayımla kucaklaştık. Bir elimle Can’ın pusetini itip, diğer elimle kabin içi bavulu çekmeye başladım. Kolumda da araba koltuğunun alt kısmı takılı. Pusetin file bölümünde duran bebek çantasını, çantaya son anda bağladığımız ve içinde kavanozlu bebek mamaları duran poşet ucubesini ve montlarımızı saymıyorum bile.
Pasaport kontrolunden sonra elimdekileri itmeye ve çekmeye uğraşırken acı gerçek yüzüme şamar gibi çarptı. Uçağımız koridorun en sonundaki kapıdan kalkıyor, yol çok uzun ve tek başımayken yanıma bir de kabin içi bavulu almak bir hataymış. Ama ne yaparsınız? Eşyalarımız bu şekilde bile zor sığdı. Ben öfleye pöfleye elimdekileri itip çekmeye çalışırken, yaşlı bir çift debelenmemizi gördü. Onların yardımıyla uçağın kapısını bulduk. Bereket ki, uçağın içine girmemize yardımcı olacak kabin görevlileri vardı.
Bebekle uzun yol uçacak olanlara önerim: Bebeğinize ayrı bilet almamış olsanız dahi, check-in sırasında uçakta boş koltuk olup olmadığını kontrol ettirin. Boş yer olması durumunda, araba koltuğunu kabine alıp, yanınızdaki koltuğa koyabilirsiniz. Böylece bebeğinizi yol boyunca kucağınızda taşımaz ve nispeten daha rahat bir uçuş geçirmiş oluyorsunuz. Bizim her iki uçuşumuzda da uçaklar boş olduğu için Can, çoğunlukla araba koltuğunda oturdu ve uyudu.
Uzun Uçuş
New York uçuşumuz 10,5 saat sürdü. Detaylarla sizi boğmak istemiyorum. Özetle, Can, yolun üçte birinde uyudu, üçte birinde oyun oynadı ve yemek yedi ve üçte birinde de ağladı. Koltuk komşularımızın kulaklarına birer tıkaç lazımdı 🙂 Ama ne yalan söyleyeyim, kimse başını bile çevirip bakmadı bile. Tuvalet ihtiyacı duyduğumda kabin görevlisinden 5 dakika kadar Can’ın yanında oturmasını rica ettim. O sırada uyuduğu için çok da sorun olmadı. Delta’nın çok standart olan uçak yemeği geldiğinde, ekmek içi, garnitür olan haşlanmış fasulye ve makarnanın sossuz tarafından Can’a da verdim. Hapur hupur yedi. Böylece Can’ın diyetini de, olağanüstü koşullar dahilinde, biraz genişletmiş olduk!!! 🙂 Bu arada Delta’ya açık mektup: Lütfen şu yemek menünüzü değiştirin. Son beş senedir her uçuşta makarna ya da tavuk yemekten gına geldi. Zaten porsiyonlarınız eşantiyon gibi. Tadımlık bir yiyecek veriyorsunuz da, birazdan esas yemek gelecek diye düşünüyor insan. Garnitür ve tatlıların kalitesi de sürekli düşüyor. Mesela bu sefer tatlı niyetine kupkuru bir bisküvi vardı!
New York’a indiğimizde tüm eklemlerimi kilitleyen bu uzun uçuştan dolayı neredeyse toprağı öpüyordum. Bir de kötü sürpriz yaşadık. İndiğimiz kapıdan pasaport kontrol noktasının bulunduğu kata sadece yürüyen merdivenle gidiliyordu. Elimde bebek arabası ve bavulla yürüyen merdiveni nasıl ineceğimin hesabını yaparken, uçaktan inen pilotlar hızır gibi yetişti. Pilot yardım ederken, biraz da yüzünü ekşiterek, “bebekle yola çıkıyorsanız bu bavulu yanınıza almayacaktınız” dedi. Sevgili pilot amca, onu gayet iyi anladım da, şu anda bunu söylemek pek de yardımcı olmuyor.
Pasaport kuyruğu mahşer yeri gibi kalabalıktı. Ancak Kuzey önceden transferi olan yolcular için ayarlanmış hızlı kuyruktan bahsetmişti. Bizim iki uçuş arası 1 buçuk saat olduğu için bu kuyruğa girebildik ve işimizi nispeten hızla hallettik. Pasaporttab sonra bir başka zorluk yaşadık. Bavulların banttan teslim alınıp ikinci uçak için yeni bir banta verilmesi gerekiyordu. Ellerim zaten doluyken, iki büyük bavulu kendi başıma teslim almak bir mucize olurdu. Orada da yardımımıza bir görevli yetişti. Ufak bir bahşiş karşılığı bavullar süratle yeni banta taşındı.Bir kere daha güvenlik kontrolünden geçtikten sonra ikinci uçuşumuzun kapısına ulaştık.
Kısa Uçuş
Uçuş kapısının önündeki bekleme alanında bir koltuğa çökerek oh! dedim. Ne yalan söyleyeyim, iki uçuşun arası çok kısa olduğu için uçağı kaçırmayı bile göze almıştım. En kötü ihtimalle havaalanında bir diğer uçağı beklerim diye düşünüyordum. Buna gerek kalmadığı için çok memnundum. Uzun uçuşu atlattığımdan, keyfim yerine gelmiş olarak, kendime bir kahve ısmarladım. Tuvalet ihtiyacını hallettim. Amerika’nın en sevdiğim yönlerinden biri, engelliler ve bebeklilerin kullanabileceği kocaman tuvaletler olması. Tuvalet kabini, bebek arabasını da içeri sokabileceğiniz kadar geniş. Böylece yalnız bir anne kimseye ihtiyaç duymadan işini görebiliyor.
İkinci uçağın saatini beklerken, Kuzey’e telefon edip, bu aşamaya kadar sorunsuz olarak ulaştığımız müjdesini verdim. Birazdan uçağa bindik.
Varış
Can’ın neredeyse tüm uçuş boyunca uyudu. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Varış noktamıza ulaştığımızda mutluluktan içimde bir orkestra çalıyordu. Bavul teslim alanına kadar adeta uçarak gittim. İşte orada, sevgili kocam bizi bekliyordu. Evde olmanın dayanılmaz hafifliği ve özlemin sona ermesi duyguları içinde onunla kucaklaştım. Can melekler gibi uyumaya devam ederken evimizin yolunu tuttuk.
——————-
*Türkiye’den Aldığım Kitaplar
Bu sefer dört tane kitap aldım:
– Stieg Larsson’un Mileyum Üçlemesi’nin son kitabı “Arı Kovanına Çomak Sokan Kız”ı okumayı iple çekiyorum. Serinin özellikle birinci kitabı okurken, inanın heyecandan tuvalete bile gidememiştim. O derece sürükleyici…
– Filmi de çevrilmiş olan “Gülün Adı” kitabının yazarı Umberto Eco’nun yeni kitabı “Prag Mezarlığı”
– Herhangi bir kitabını okumadığım, ama, adını daha önce duyup, merak ettiğim Tami Hoag’un “Sır” adlı kitabı
– John Verdon’un “Aklından Bir Sayı Tut” isimli romanı
Bunlar beni birkaç hafta idare eder diye umuyorum.
Merhaba,
Bir suredir yazilarinizi takip ediyorum. Merakla donus yolculugunuzu bekliyordum. Bir kac yil sonra biz de ayni durumlarda olacagiz cunki. Tecrubelerinize cok ihtiyacimiz olacak.. Ben henuz 3 aylik hamileyim. Simdiden butun yazilarinizi okuyup Amerika’da hamilelik ve dogumla ilgili bir cok bilgiye sahip oldum. Cok tesekkur ediyorum…
Ve evinize hosgeldiniz…
Sevgiler..
Hiii! Taze hamile! Tüm okurlarımı çok seviyorum ama hamile olanları biraz daha fazla, anlayışla karşılarsınız herhalde… Sevgili Rachel, umarım bu harika süreci sorunsuzca tamamlar ve bebeğini sağlıkla kucağına alırsın. Aklına takılan sorular olursa mutlaka yaz. Severek cevaplarım.
Sevgiler
Su bahsis olayı oldukca eglencelı gecmıs sanırım. aldım haberini. 🙂
Yaaa sorma. Yanımda bütün para vardı. AHL’deki döviz bürosu da, sağolsun, bozmadı. NewYork’ta bavullarımı taşımaya yardım eden görevliye bahşiş verirken çok zorlandım. Yanımda sadece $1 vardı. Acaba arkamdan neler düşünmüştür adam. Ama kendi kendime söz verdim. Bir daha NewYork üzerinden gelirsem o adamı mutlaka bulup eksiğimi telafi edeceğim. Çünkü çok yardımcı oldu.