Dünkü yazımda, Puerto Rico’ya geliş yolculuğumuzu, otelde ilk geceyi, beklenmedik sabah kahvaltımızı anlatmış ve hikayemi Ricky Martin ile paylaştığımız! kumsalda yarım bırakmıştım. Devam edelim.
Kumsalda ruhumuzu dinlendirdikten sonra otele geri döndük. Temiz okyanus havasını içine çeken Can, hemen uyudu. Tabii ben de sevinerek ona eşlik ettim. Bu arada anlamaya başladım ki, Can ne zaman dışarıda dolaşsa ya da oynayarak enerjisini harcasa, o zaman daha iyi uyuyor. Herhangi bir sağlık sorunu olmadığı, karnı tok, altı kuru olduğu halde uyumayan bebekleri, gün içinde pusetle yürüyüşe çıkartarak ya da oyun oynatarak yormayı deneyin. Bakın gece nasıl da mışıl mışıl uyuyacak.
Uyandığımızda harika bir öğleden sonra havası bizi bekliyordu: Güneşli, ancak insanı bunaltacak kadar sıcak değil. Bu fırsatı yürüyüş yaparak değerlendirmeye karar verdik. Yönümüzü, ufak tefek ihtiyaçlarımızı alacağımız Walgreens marketi olarak belirledik. Otelden dışarı çıkarken, dün gece dikkatimi çekmemiş yeni bir detay keşfettim. Otelin hemen dışında güzel bir çevre düzenlemesi yapmışlar. Bazen aynı yere farklı bir açıdan bakmak neler değiştiriyor değil mi?

Otelden markete giden yol aslında çok da ilginç manzaralar sunmuyor. Isla Verde bölgesi lüks apartmanlar ve oteller ile dolu. Yani yolda yürüken sadece binaların duvarlarını ya da bahçelerini görüyorsunuz. Aralarda birkaç tane restaurant ve 3 tane hediyelik eşya satan mağaza var. Hepsi bu. Tam markete girmek üzere iken gördüğümüz iri, yeşil bir kertenkele, yoldaki tek ilgi çekici şeydi. Kendisi sanırım bölgenin yerlilerinden. Fotoğrafta küçük göründüğüne bakmayın. Can’ın burnunu bir lokmada kapacak kadar büyük valla.

Marketten Can’a öğlen ve akşam yemekleri için kavanoz maması aldım. Normalde mamalarını taze sebze ve meyvelerden hazırlıyorum. Ancak seyahatte bu pek mümkün olmadığından, Can da ilk defa kavanoz maması ile tanışmış oldu. Mamalardan meyveli olanları sebzeli olanlara göre daha çok sevdi. Bir de havuz için şişme yastık aldım. Maalesef sadece pembesi kalmıştı. Can’ın pek itiraz edecek durumu olmadığı ve fazla da seçenek bulamadığım için ihtiyacımız görülsün diye, pembe yastığı almak zorunda kaldım. Üzgünüm oğlum.
Otele dönüş yolunda, iyice tatil havasına girmek için, kendime Baskin Robins’ten büyük bir dondurma ısmarladım. Görünüşü çok güzel olmakla beraber aroması hiç yoktu. Sadece soğuk ve tatlı birşey yemiş gibi hissettim ve Baskin Robins dondurmalarını sevmediğime bir kere daha kanaat ettim. Nerede o eski pastane dondurmaları.

Akşam
Otele dönünce, tahmin edebileceğiniz gibi, oğlumla akşamüstü uykusuna yattık. Uyandığımızda Kuzey gelmişti. “Haydi hazırlanın!” dedi. “Old San Juan’a gidiyoruz.”
Old San Juan, Puerto Rico’nun kuzeyinde, ana adaya üç tane köprü ile bağlanmış küçük bir ada. Adanın geçmişi 1500’lü yıllara uzanıyor. Mimaride İspanyol etkisi gözlenen Old San Juan’ın, arnavut kaldırımı ile kaplı girift sokakları ve 16.-17.yy. İspanyol sömürgesi döneminden kalmış, düz çatılı, tuğla ya da taştan yapılmış binaları var. Bölgede yer alan iki kale, UNESCO tarafından dünya kültür mirası olarak ilan edilmiş. Otelin önünden bindiğimiz taksi ile, 20 dakikada Old San Juan’a ulaştık.
Plaza del Quinto Centenario’ya (Quincentennial Square-ya da 500.yıl meydanı) indiğimizde gözümüze ilk çarpan şey, yaklaşan Christmas nedeniyle tüm sokakların ışıklar ve ağaçlar ile süslenmiş olmasıydı. İlginç bir detay, bir kenarda, “bu meydanın ışıklandırılması sizin vergilerinizle yapılmıştır.” şeklinde bir tabelanın bulunması. Meydanın tam ortasında yer alan 12 metre yüksekliğindeki heykel, Christopher Columbus’un Amerika’ya ayak basışının 500. yılını simgeliyor.

Meydanın hemen kenarında turistik eşyaların satıldığı birkaç tezgah ve görülmeye değer bir başka satıcı vardı. Tabacalera Ramos puro dükkanının sahibi Rafael Carmona, kurduğu tezgahta, organik tütünden yaptığı puroları elle sarıyordu. O noktada Latin etkisini bir kere daha duyumsadım.

Akşam yemeğini, geleneksel kıyafetleri ile servis yapan garsonları olan, Raices isimli bir restaurantta yemeğe karar verdik. Genelde tatile çıkmadan, gideceğimiz yerin meşhur lokantalarını/yemeklerini araştırır ve ne yiyeceğimize karar vererek gideriz. Ancak bu tatilimizde, belki de Kuzey’in daha önce Puerto Rico’ya gelmiş olmasından dolayı, yemek seçimlerimizde daha spontandık. Kalabalık kuyruğu ile tercih edilen bir yer olduğu belli olan Raices’de, Kuzey, püre yapılmış bir çeşit muza benzeyen plantations yatağında, Puerto Rico’ya özgü “Churrasco” denilen ızgara et (Mashed Plantains stuffed with Chimichurri Style Skirt Steak-Churrasco) yedi. Ben de Mojo Isleño Style denilen, domates, soğan ve sarımsak ile pişirilmiş ve defne yaprağı ile tadlandırılmış morina balığının yanında, (Cod Fillet in Mojo Isleño Style ) oldukça limonlu bir sosla hazırlanmış ve patatese benzeyen cassava fries (Bizde manyok olarak geçiyormuş.İlk defa duydum.) aldım. Benim balık porsiyonum beklediğimden küçük, ama lezzetliydi. Cassava fries ise çok ekşi olmakla beraber ferahlatıcı bir taddı. Kuzey’in Churrasco’su da başarılıydı. Yemeklerimizin sunumu, metal ve ahşaptan yapılmış, otantik kaplarda yapıldı.

Yemekten sonra Old San Juan sokaklarını karış karış gezdik. Heryer acayip kalabalıktı. Gece geç saat olmasına rağmen, bizim gibi pusetleri ve bebekleri ile gezenler çoktu. Sokaklarda insanlar ellerinde içecekleri ile dolaşıyor ve müzik yapan grupların çevresinde toplanıyordu. Restaurantlar hemen önlerindeki sokağa tezgah kurmuş ve plastik sandalyeler atmıştı. Dileyen içeride, dileyen sokakta yiyordu. Yolların kalabalığı yüzünden, kendimizi bebek arabası ile ralli yaparmış gibi hisettik. Bu kadar kalabalığa rağmen ortada kavga-gürültü yoktu. Herkes kendince eğleniyordu.

Old San Juan’da yorulana kadar gezdik. Hatta İstanbul isimli bir Türk restaurantına bile rastladık. Can pusetinde yavaş yavaş uyuklamaya başlarken, biz de otele dönüş yolunu tuttuk.