Her sene yaz tatilinin sonu gelip de Türkiye’de yeni eğitim/öğretim yılıyla ilgili haberleri duymaya başladığımda bir sıkıntı kaplar içimi. Her ne kadar biz yurtdışında yaşamamız sebebiyle bu sistemin dışında olsak da, eğitimin önemine yürekten inanan bir insan olarak duygularım değişmiyor. “Bakalım bu sene çocukların/ailelerin karşısına neler çıkaracaklar!” diyerek elimiz böğrümüzde bekliyoruz. Bana göre kötü bir sistemin iyileşmesini istemek için ucunun illa bize dokunmuş olması gerekmiyor. Kendi çocuğum dışında diye ülkemin eğitim sistemine pembe gözlüklerle bakamıyorum. Hem birgün bizim de ülkemize kesin dönüş yaparak aynı sistemin içine girmeyeceğimizi kim garanti edebilir ki?
Hal böyleyken Türkiye’deki eğitim sistemine duyarsız kalmak mümkün değil. Zaten sağolsunlar sürekli yeni haberler ve mevzuat değişikliğiyle ilgimizi canlı tutuyorlar. Son 13 sene içerisinde 5 milli eğitim bakanı değişti, bu neredeyse her 2,5 senede bir bakan değişimi demek. Eğitim sisteminde onlarca köklü değişiklik yapıldı. Hangi birini sayayım ki…
4+4+4 diyerek ana kucağındaki bebelerin doğru düzgün altyapı düzenlemesi yapılmadan ilkokula başlatılması… LYS, YGS, OKS, SBS, OBP gibi bırakın mantığını anlamak, isimlerini bile öğrenmeye yetişemediğimiz sınav sistemleri… Sınav sorularının çalınması, sınavların iptal edilmesi… Eğitimde kalitesizlik nedeniyle öğrencilerin dershanelere mahkum edilmesi, dershanelerin önce kapatılacağının, sonra özel okula çevrileceğinin söylenmesi, sonra da anayasa mahkemesi kararıyla bu değişikliklerin iptal edilmesi… Senelerden beri süren devlet okulu – özel okul çekişmesinin iyice tırmanarak devlet okullarının tamamen sistem dışına itilmesi… Devlet okullarının bir gecede imam hatipe dönüştürülmesi… Eğitimde kılık kıyafet uygulamalarının yapboza dönmesi…
Dikkat ederseniz bilgisayar, laboratuvar, kütüphane vb. fiziki altyapı yetersizliği, ezbere dayalı öğretim sistemi, öğretmenin eğitim kalitesinin düşüklüğü, kalabalık sınıflar, yabancı dil eğitiminin eksikliği gibi temel sorunlardan ve hele ki özel eğitime ihtiyaç duyan çocuklarımızın durumlarından bahsetmiyorum bile…
Geçtiğimiz hafta da Milli Eğitim Bakanlığı bir açıklama yaparak okulların açılma tarihini 14 Eylül’den 28 Eylül’e erteledi. Gerekçe: “Turizme zeval gelmesin, vatandaşlar bayram münasebetiyle seyahat ederken yollarda telef olmasınlar…“
İnsan düşünmeden edemiyor… Okulların açılmasına birkaç hafta kala, turizmcilerin ricasıyla gündeme gelen bu karar ne gibi ciddi eğitimsel, kültürel, sosyolojik ve pedagojik değerlendirmeler yapılarak verildi? Belki de şöyle düşünülmüştür:
- Minikler başının çaresine bakar… Bu sene okul öncesine ve ilkokul bire başlayacak öğrencilerin eğitim ve öğretime uyum programı normalde 7-11 Eylül’de yapılacakken, şimdi okulların açıldığı ilk hafta içinde eğitim öğretim süreciyle birlikte gerçekleştirilecekmiş. Zaten miniklerin okula uyum sağlamasına ne gerek var? Yaşam bu, bir şekilde kalabalığa karışsınlar, başlarının çaresine baksınlar. Maksat turizme zeval gelmesin.
- Çalışan ailelere şenlik… Okulların belli bir tarihte açılacağını düşünerek hazırlıklarını yapmış çalışan anne/babalar bu ertelemeyi aile ilişkilerinin geliştirilmesi ve istihdamın artması için bir fırsat olarak görsünler. Artık 10 gün için büyükkanneleri çocukların başına memur mu ederler, özel bakıcı mı tutarlar, bir haftalık anaokuluna mı yazdırırlar? Kendileri bilir.
- Turizmi kalkındıralım… Zaten mevzu eğitim falan değil, turizmi kalkındırmak değil mi? Memleket öyle refah içinde yüzüyor ki, kurban bayramının başına 10 gün daha tatil eklendiğini duyan aileler derhal 5 yıldızlı otellerdeki 4 günlük rezervasyonlarını 14 güne çıkarırlar… Oluk oluk akar turizme o paralar…
- Tatilimiz hiç bitmesin… Biz her sene kurban bayramının başına ya da sonuna iki-üç gün ekleyip, 4 günlük bayramı 9 gün olarak kutlamayı severiz. Zira üretime ihtiyaç duymayan gelişmiş bir ülkeyiz, en büyük ihtiyacımız sürpriz tatillerdir bizim… Bu sene de 3 hafta turizm için, 5 hafta “bayram sırasında yediğimiz tatlılardan karnımız def gibi gerildiği için”, 7 hafta da hava muhalefeti yüzünden okulları kapatırız, sonra da ver elini yarıyıl tatili. Şubat ayında Allah kısmet ederse ruhen ve bedenen dinlenmiş olarak yeni eğitim öğretim yılına başlarız.
- Trafiğe kesin çözüm… Bayramda yaşanan trafik kazalarını o kadar kanıksamışız ki, artık trafiğe çözüm bulmak yerine okulların kapanması hepimize daha mantıklı gözüküyor değil mi? Tek anlamadığım nokta, tatilin başına 10 gün eklense de, bayram bitince aynı gün evlere dönülmeyecek mi? Bayram sonu eve dönme telaşına bir de okulların açılma telaşı eklenince seyreyleyin yollardaki şenliği…
Bilemiyorum turizme yaranmak için çocuklarının eğitimi bir kalemde harcayan bizim gibi kaç ülke var? Bir de #TurkiyedeEgitimSart diye bas bas bağırırız. Ne ironik milletiz, öyle değil mi?
Tanlacığım yine çok güzel bir konuya değinmişsin.Hiçbir önçalışma yapmadan sadece turizmciler istedi diye birçok diğer olumsuzlukları gözardı etmişler.Hiçbirşey düşünüp taşınılmadan kafalarına göre hareket ediyorlar.Bu arada bu gün gazetelerde kitapçılar,servis araçları,okul kıyafeti satanlar vs. gibi daha birçok sektör bu işten zararlı çıkacaklarını söylüyorlar.Bir şeyi yaparken diğerlerini de düşünmek lazım.Malesef bizim ülkemizde böyle ben yaptım oldu herzaman,biz çocuklarımızı büyüttük ama torunlarımız bunlarla karşılaşacaklar,ne diyeyim ben artık.Allah akıl fikir versin.
Bu yazı da beni çok mutlu etti. Çünkü sorunlar görmezden gelinirse çözmek için adım atmak imkansız hale gelmiş demektir.
Nereden tutsak elimizde kaliyor… Siz bunlari blogcu kafasiyla dusunuyorsunuzda Bu ustun yeteneklu!!bakanlar neyin kafasindalar anlamis degilim…anlasilan tatil Balli gelmis yanbakanlara?