Müzede Bir Gece-Night at the Museum filmini izlemiş miydiniz? Hani gece bekçisi olarak işe başladığı müzedeki tüm maketler canlanınca Ben Stiller’ın şaşkınlıktan kafayı üşüttüğü film. Filmden aklımda kalan o kadar çok detay var ki… T-Rex dinazorunun canlanıp Stiller’ı kovaladığı sahne, sürekli “gum! gum!” diye sakız isteyen Num Num isimli taş heykel, Romalılarla kovboyların birbirleriyle savaşması ve zavallı bekçiyi tren raylarına bağlaması, hele hele müze anahtarlarını çalan hınzır maymunun Ben Stiller’la tokatlaşması…
Bu filme konu olan mekanın Amerikan Doğa Tarihi Müzesi (American Museum of Natural History) olduğunu biliyor muydunuz? Elbette ortalığın birbirine girdiği sahnelerde müze kullanılmamış. İç mekanda geçen sahneler için Hollywood’da bir set kurulmuş. Ancak dış çekimlerde müzenin ön cephesi ve Central Park’ın çeşitli yerleri kullanılmış. Müzeleri zaten çok severim. Bu bilgilerden sonra bu müzeyi görmek şart olmuştu. Aslında New York’da ziyaret edilecek pek çok müze var. Ancak zaman kısıtlı ve müzelerin yerleri de dağınık olunca seçim yapmak gerekiyor. Biz de Doğa Tarihi müzesinin yanısıra, kısaca MET olarak bilinen Metropolitan Museum of Art‘a (Sanat Müzesi) gitmeye karar verdik.
Önce Kahvaltı…
New York’daki üçüncü günümüze, methini duyduğum ve Upper West Side’daki müzeye yakın bir yerde bulunan Zabar’s isimli dükkanda yaptığımız keçi peynirli panini (tost) içeren güzel bir kahvaltıyla başladık. 1930’lu yıllarda tütsülenmiş balık satışıyla işe başlayan bu mütevazi dükkan, bugün dünyanın dört bir yanından gelen peynirlerin, zeytinlerin ve her türlü gurme şarküteri ürününün satıldığı kocaman bir markete dönüşmüş durumda. Marketin hemen yanında da bizim kahvaltı yaptığımız küçücük, ancak ağzının tadını bilen New York’lular tarafından tıkış tıkış doldurulan kafesi mevcut. Kahvaltıdan sonra Zabars’a uğrayıp peynir aldık. Bin tane çeşit arasından hangisini seçeceğinizi bilemiyorsunuz. En iyisi gözlerinizi kapayıp rastgele bir peynire parmak basmak 🙂 Yolunuz düşerse mutlaka gidin. (2245 Broadway)
Müzeler
Kahvaltıdan sonra hızlı adımlarla Doğa Tarihi Müzesi’ne ulaştık. 1869 yılında kurulan ve dünyanın en saygın ve geniş kapsamları müzeleri arasında yer alan Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nin daimi bölümleri şöyle;
- Dünyadaki canlıların çeşitliğini vurgulayan bölüm (Biodiversity and Environmental Halls),
- Kuşlar, sürüngenler ve hem karada hem suda yaşayan canlılarla ilgili bölüm (Birds and Reptiles and Amphibians Halls),
- Dünya ve gezegen bilimleri bölümü (Earth and Planetary Sciences Halls)
- Özellikle çocukların çok hoşuna giden dinazorlar ve fosillerle ilgili bölüm (Fossil Halls)
- Dünyanın dört bir yanından kültürlerin ve yaşayış biçimlerinin sergilendiği bölüm (Human Origins and Cultural Halls)
- Memeli hayvanlar bölümü (Mammal Halls)
- Dünya ve uzay bölümü (Rose Center for Earth and Space )
- Doğaya sevgisi ve ilgisi nedeniyle hatırlanmayı hak eden Amerikan eski başkanı Roosevelt’e ayrılmış bölüm(Theodore Roosevelt Memorial) Müzede Bir Gece filminden tanıdık gelecek 🙂
Daimi bölümler dışında ilave biletlerle girilen ve dönemsel olarak değişen harika şovlar var ki, ana müzeyi gezmekten onlara sıra bile gelmedi. Müzenin içindeki eserlerin çokluğu, galeri düzenlenmelerinde detaylara verilen önem görülmeye değer. Hayvanların ve insanların yaşadığı doğal ortamlar öyle güzel yansıtılmış ki her vitrinin ardında ayrı bir dünya var ve elinizi uzatsanız o dünyanın içine girecek gibi hissediyorsunuz. Ayrıca müzenin akışı da çok mantıklı düzenlenmiş. Bir noktadan başlayıp, odadan odaya geçerek koca bir daire çizip, başladığınız noktaya geri dönüyorsunuz. Müzede çocuklar da unutulmamış. Özellikle 5-12 yaş grubuna hitap eden interaktif aktivitelerin bulunduğu Keşif Odası (Discovery Room) bir harika. Ne yazık ki Can uyuyakaldığı için orada vakit geçirme şansımız olmadı.




Doğa Tarihi Müzesinde’ki turumuzun ardından, Sanat Müzesi’ne ulaşmak için Central Park’ı enlemesine kestiğimiz kısa bir yürüyüş yaptık. Biliyorum, dünkü yazımda da birkaç fotoğraf koymuştum. Ama şu güzelliğe bakar mısınız?

Gelelim sanat müzesine… 1866 yılında Paris’te bulunan bir grup Amerika’lı ulusal bir müze kurup, Amerikalı’ları kültürel öğelerle tanıştırmak istemiş. John Jay isimli bir avukatın başlattığı girişimle “Metropolitan Museum of Art” kurulmuş. 1870 yılında müzeye konulan ilk sanat eserinin Türkiye’den gelen bir Roma lahiti olduğunu biliyor musunuz? Bugün bu lahit Yunan ve Roma dönemi eserlerinin sergilendiği bölümün tam ortasında duruyor.
Sanat Müzesi’nde 2 milyonun üzerinde eser var. Bunun onbinlercesi hergün müze ziyaretçilerinin ilgisine sunuluyor. Bu müzenin daimi bölümleri de şöyle:
- Amerikan kültürüne ait eserler (The American Wing)
- Antik Yakındoğu eserleri (Ancient Near Eastern Art)
- Silah ve zırhlar (Arms and Armor)
- Afrika, Pasifik ve Amerika’nın çeşitli yerlerinden gelen sanat eserleri (Arts of Africa, Oceania, and the Americas)
- Asya eserleri (Asian Art)
- Ortaçağ Avrupası eserleri (The Cloisters)
- Değişik kültürlerden kostümler (The Costume Institute)
- Çizimler ve basılı eserler (Drawings and Prints)
- Mısır kültürüne ait eserler (Egyptian Art)
- Avrupa resimleri, heykelleri ve dekoratif eserleri (European Paintings, European Sculpture and Decorative Arts)
- Yunan ve Roma eserleri (Greek and Roman Art)
- İslam eserleri (Islamic Art)
- Robert Lehman Koleksiyonu (The Robert Lehman Collection)
- Ortaçağ eserleri (Medieval Art)
- Modern ve çağdaş tablolar (Modern and Contemporary Art)
- Müzik enstrümanları (Musical Instruments)
- Fotoğraflar (Photographs)
Müzeyi gezerken eserlerin çokluğundan başınız dönüyor, nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Pek çok eser uzun süre durup dikkatle incelenmeyi hak ediyor. Şansımıza, müzenin çoğu yerinde flaşsız da olsa fotoğraf çekilmesine izin veriliyor. Böylece eserlerin fotoğraflarına daha sonra dilediğimiz kadar uzun süre bakarak hatırlama şansımız olacak. Müzede beni en etkileyen bölümler modern ve klasik tablolarla, Ortaçağ dönemine ait zırhlardı. Zamanımız yetmediği için gezemediğimiz o kadar çok bölüm oldu ki, ileride bir ziyaret daha yapmak şart… Siz de dilerseniz müzenin websitesinde sanal bir tur yapabilirsiniz.





Bu arada New York’da müzelere gitmek isteyenlere birkaç ufak bir ipucu…
Her ne kadar müzenin giriş ücreti websitesinde $25 olarak görülse de, bu ücret “suggested price”, yani tavsiye edilen ücret. Aslında yukarıda bahsettiğim iki müze gibi birkaç önemli müzeye dilediğiniz ücreti vererek girebiliyorsunuz. Mesela $1 verseniz bile oluyor. Ayrıca diğer müzelerde de ücretsiz ziyaret edilebilecek gün ve saat uygulaması var. Böylece her kesimden insanın tarihi ve kültürel zenginliklere rahatça ulaşması sağlanıyor.
Bu iki müzeyi bile tadına vararak gezmek için en az birer gün ayırmak gerekiyor. Ne yalan söyleyeyim, bu gezi Can gibi henüz müzeden anlamayan ufak bir çocukla zor oldu. Renkler ve görüntüler kısa bir süre ilgisini çekse de bir müddet sonra elinizi bırakıp oradan oraya koşmak istiyor ya da sıkıntıdan uyuyakalıyor. En güzeli müze kavramının değerini anlayacağı 5-6 yaşında yeniden ziyaret etmek.
Buluşma ve Oyuncaklar
Müze çıkışında New York’da yaşayan çocukluk arkadaşım Gülce ile buluştuk. Teyze, Anne Yarısı isimli yazımda geçen Gülçin teyzemin büyük kızı olan Gülce, Galatasaray Lisesi ve Üniversitesinden mezun oldu. Daha sonra Amerika’da Savannah College of Art and Design’da okudu. Şimdi çeşitli filmlerde, reklamlarda ve belgesellerde çalışan başarılı bir prodüksiyon amiri. En son Şubat ayında Türkiye’de buluştuğumuz Gülce’yi yeniden görmek çok güzeldi. Bizi “Alice’s Teacup” isimli, tahmin edebileceğiniz gibi adını ve konseptini Alis Harikalar Diyarı’ndan almış çok şirin bir kafeye götürdü. Sohbet sohbeti açtı. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık.

Gülce’yle vedalaştıktan sonra Amerika’daki en eski (150 senelik) efsanevi oyuncak mağazası FAO Schwarz’ın Central Park’taki yerine uğradık uğradık. (767 5th Avenue @ 58th St) Girişte kuyruk halinde izdihamın yaşandığı bu oyuncak mağazasındaki çeşitler gerçekten harika. Bebekler için ayrılmış bir katı da var. New York’tan oyuncak alışverişi yapmak isteyenlerin mutlaka uğraması gereken bir adres.

Diğer bir oyuncak adresi de Times Square’deki Disney mağazası olabilir. Ancak Times Square’deki Toys”R”Us’a hiç zahmet etmeyin. 1980’li yıllardan kalmış gibi köhne oyuncakları ve yıpranmış dekoruyla alıştığımız Toys”R”Us kalitesinden çok uzakta olan bu mağazaya 5 dakika bile harcamaya değmez. Biz de girdiğimiz gibi çıktık zaten.
Orası-burası derken saat oldukça ilerlemişti. Gecenin kolları Manhattan sokaklarını sarmaya başlarken, biz de tarih ve teknolojinin birbirine karıştığı, ışıkları hiç sönmeyen Times Square’i son kere adımladık. Yanımdan geçen insan yüzlerine baktım. Kimi buranın yerlisi, kimi bizim gibi turist. Dünyanın dört köşesinden kopup gelmiş yaşamlar… Yüzlerde heyecan, sıkıntı, mutluluk, hüzün, sevinç, ilgi, merak… Derin bir nefes çektim. New York da sanki benimle beraber nefes alıyordu…
Yarın New York’daki son günümüzde buluşmak üzere hoşçakalın…