Bugün sizlere 7-14 Eylül tarihleri arasında yaptığımız Meksika seyahati sırasında ziyaret ettiğimiz ve bizi çok etkileyen antik Tulum kentinden bahsedeceğim. Meksika yolculuğuna çıkış kararımızı, kaldığımız ve gezdiğimiz diğer yerleri de sırayla yazmayı planlıyorum. Çeşitli açılardan bol bol fotoğraflamaya çalıştığım Tulum kentini umarım siz de en az bizim kadar seversiniz.
Tulum’u Tanıyalım
Tulum, Meksika’nın 32 eyaletinden biri olan Quintana Roo’nun içinde yer alan, Maya uygarlığına ait antik Coba şehrinin bir limanı. Denizin hemen kenarında, 12 metre yüksekliğinde bir uçurumun tepesine kurulan şehir, Maya’lar tarafından inşa edilip, yaşanan son yerleşim merkezlerinden biri.
1517 senesinde Karayip sahillerine yanaşmış gemisinden Tulum’u ilk defa gören İspanyol kaşif Juan de Grijalva, şehrin çok büyük olduğunu not edip, “Tulum’u gördükten sonra Seville (İspanyol şehri) bize ne daha büyük, ne de daha iyi gözüktü“. demiş. O dönemde beyaz surları olan şehir, parlak kırmızı ve mavi kabartmalarla ve duvar resimleriyle bezeliymiş. Bugün maalesef bu kabartmaların ve resimlerin çoğu zamana yenik düşmüş durumda.
Tulum milattan sonra 13.-16.yy.’da Maya uygarlığının merkezlerinden biri olmuş. Ticaretin yanısıra, dini ve yönetimsel bir öneme sahipmiş. Soylular, rahipler, akademisyenler ve matematikçiler burada yaşamış. Kesin olmamakla birlikte, İspanyol akınları ve İspanyollar tarafından getirilen hastalıklar nedeniyle sonunun geldiği düşünülüyor.
Günümüzde Meksika’nın üçüncü en çok ziyaret edilen arkeolojik bölgesi olan Tulum, turkuaz denizi ve bembeyaz kumsallarıyla dünyaca ünlü Cancun’un 120km güneyinde.

Maya Uygarlığı
Tulum şehrini kuran Maya uygarlığı çocukluğumdan beri ilgimi çekmiştir. Belki bunda Kayıp Altın Şehir isimli çizgi filmin payı vardır. Filmde Mendoza isimli İspanyol bir denizci tarafından yetiştirilen Esteban isimli bir çocuğun, Güney Amerika’da Altın Şehir’i ararken başından geçenler konu alınıyordu. Esteban Altın Şehir’de kayıp babasını bulacağını umuyordu. Film boyunca Maya, İnka ve Olmek uygarlıkları bol bol işleniyordu. Herşeyin altından olduğu efsane bir şehre ulaşma yolundaki maceralar rüyalarıma bile giriyordu. Bu nedenle Meksika’ya gidince antik bir kenti mutlaka ziyaret etmek istedim. Kısmet Tulum’aymış. Şimdi biraz da Maya uygarlığından bahsetmek istiyorum…

M.Ö. 2000 yılında kurulan Maya uygarlığı, M.S. 250 yılına kadar klasik-öncesi dönemini ve M.S. 250-900 yılları arasında medeniyetin en üst seviyede olduğu klasik dönemini yaşadı. Ardından başlayan ve 16.yy.’a kadar uzanan klasik-sonrası dönem İspanyolların gelişi ile sona erdi. Günümüzde Maya soyundan gelenler hala Meksika nüfusunun önemli bir bölümünü oluşturur ve kendi dillerini konuşurlar.
Maya uygarlığı, hüküm sürdüğü dönemde, Orta Amerika’da, tamamen gelişmiş bir yazılı bir dile sahip olan tek uygarlıktı. Ayrıca ilerlemiş bir matematiği, ve astronomisi ve fırtınalar için erken uyarı sistemi vardı. Yıldız haritalarını çıkarmışlardı.

Mayalar 365 gün içeren bir takvim icat etmişti Belki hatırlarsınız, 2012 senesinin 21 Aralık tarihi Mayalıların geliştirdiği takvim açısından bir dönüm noktasına işaret ediyordu. O tarihte bazıları dünyanın sonunun geleceğini söylemişti. Ben de “Gözünü Sevdiğimin 21 Aralık’ı” başlıklı bir yazı yazmıştım.

Mayalar kosmosa inanırdı. Onlara göre dünya, altındaki yeraltı dünyası ve üstündeki cennet olmak üzere üçlü bir düzen vardı. Ayrıca çeşitli güçleri kontrol eden birden fazla tanrı olduğunu düşünüyorlardı. Maya rahipleri yerdeki ve gökteki değişimleri takip ederek geleceğe dair öngörülerde bulunurlardı.
Mayalar kabartma, oyma, heykel, resim ve mimari alanda çok meşhurdu. Maya mavisi denilen bir renk bile mevcuttur.

Maya uygarlığı sıklıkla Aztek (14-16.yy.) ve İnka uygarlığı (15-16.yy.) ile karıştırılır. Oysa bunlar birbirinden farklıdır. Sosyal ve kültürel alandaki başarılarıyla tanınan Maya uygarlığı, üçünden en eskisi ve uzun sürenidir. Savaşçı ve diplomasiye önem veren ve zamanında Güney Amerika’nın tüm batı alanını ele geçirmiş bir imparatorluk olan İnka’ların merkezi Meksika değil Peru’dur. İspanyollar tarafından yok edilen Aztekler ise diğer ikisine kıyasla daha küçük bir uygarlıktır.
Tulum’a Giriş
Maya uygarlığı hakkındaki bu kısa bilgiden sonra gelelim antik kent Tulum’a. Kaldığımız Playa del Carmen‘den Tulum’a yaklaşık 40 dakika süren bir minibüs yolculuğuyla ulaşılıyor.
Tulum her gün saat 8-17 arasında gezilebiliyor. Bizim girişimiz satın aldığımız tur ücretine dahil olduğu için ayrıca bilet almadık. Ancak öğrendiğim kadarıyla giriş ücreti yetişkinler için yaklaşık $5 (Meksika Peso’su kabul ediyorlar) ve 13 yaşından küçük çocuklar için ücretsiz. Eğer içeride video kamera kullanmak istiyorsanız onun için de ayrı bir ücret ödüyorsunuz.
Biletinizi aldıktan sonra 8-10 dakikalık bir yürüyüşle antik kentin içine ulaşıyorsunuz. Biz gittiğimizde yağmurlu mevsim olduğu için giriş yolunu su basmıştı. Böylece dönüş yolumuzda Kuzey ve Can’ın aşağıdaki egzotik fotoğrafını çekme fırsatını buldum. Yürümek istemeyenler için, sizi kentin girişine kadar götüren üzeri açık gezi otobüsleri de mevcut.

Tulum’u gezmek için sıcak mevsimlerde şort-tişort ve spor ayakkabı/sandalet yeterli. Yağmurlu mevsimde geldiyseniz yağmurluk ve şemsiye şart. Islanma riskine karşı yedek kıyafet getirilebilir. Plaj mevsiminde mayonuzu unutmayın. Kentin içinde ağaçlar oraya buraya serpiştirilmiş olduğu için güneş kremi de her koşulda şart.
Tulum’da Neler Göreceksiniz?
Çevresi 3-5 metre yüksekliğinde surlarla çevrilmiş olan kent, tarih boyunca hem deniz hem de kara ticaretinde önemli bir durak olmuş. Surlara konumlanmış beş dar giriş noktasından erişilen şehrin içinde görkemli bir kale, saray, tapınaklar, cenaze evi, senato binası ve gözlem kuleleri var.
En önemli binaları ve dikkat çekici yerleri şöyle:

1- The Castle (El Castillo) Tulum’daki en görkemli bina, uçurumun hemen kıyısında olan 7,5 metre yüksekliğindeki kale. Bazı kaynaklarda deniz yolunu kullanan tüccarlar için bir deniz feneri ya da navigasyon noktası olduğu söyleniyor. Rivayete göre, denize bakan iki dar penceresinin içinde ateş yakılır, gemiler de bu iki pencerenin ortasını referans alarak kıyıya yanaşırmış. Bu kale aslında temeldeki başka bir binanın üzerine kurulmuş. Üst odalarda duvarlarda yılan motifleri varmış.


2- Temple of the Descending God (Templo del Dios Descendente) Girişinde ters-yüz bir tanrı figürü bulunan tapınak, adını Maya harabelerinde sıklıkla rastlanan bu figürden almış.

3- Temple of the Frescoes (Templo de los Frescos) Güneşin hareketlerini gözlemek için kurulmuş olan bu tapınak, içindeki renkli mozaiklerden dolayı bu ismi almış. 1400’lü yıllarda yapıldığı düşünülen tapınak iki kattan oluşuyor. Ünlü İspanyol kaşif Hernan Cortes’in bu bölgeye varmasından önce yapılan son binalardan biri olduğu düşünülüyor.

4- Temple of Wind adı verilen tapınaktaki taşlar, aynı Mısır piramitleri ya da Stonehedge gibi belli bir düzende dizilmiş olup, fırtınalı havalarda çıkardığı tiz sesle Mayalıları tehlikelere karşı uyarıyormuş. Belki inanmayacaksınız ama bu sistem 1995 senesindeki Roxanne fırtınasında bile yerel halkı ve turistleri uyarmış.

5- The Palace (El Palacio) Saray tahmin edebileceğiniz gibi Tulum’un soylularını barındırmış. Birkaç geniş odadan oluşan bu sarayda duvarların dibinde koltuk ve yatak olarak kullanılan banklar varmış.

Daha önce de bahsettiğim gibi kabartmalar ve duvar resimlerinin çoğu tahrip olmuş. Sadece saray binasının bir duvarında, aşağıda kırmızı okla işaretlediğim silik bir kırmızı renk görebildik.

6- Plaj Tulum’u cazip kılan yönlerden biri de kalenin hemen dibinde, yüzünüzü denize döndüğünüzde sağ tarafta, merdivenlerle inilen harika bir plajın olması. Bizim gittiğimiz gün dalgaların çok şiddetli olması nedeniyle erişime kapanmıştı. Bununla beraber yukarıdan gözleme şansımız oldu. Meksika’ya yapacağınız turistik bir gezide hem tarih, hem deniz olsun diyorsanız Tulum harika bir seçenek. Zira diğer arkeolojik alanların çoğu iç bölgelerde. Kısacası Tulum’a giderken mayolarınızı getirmeyi ihmal etmeyin.
Kalenin sol tarafında ufak bir plaj daha vardı. Orası da kaplumbağaların yumurtlama alanıymış. Kumun üzerindeki bazı alanlar iguanaların yumurtaları yemesini engellemek için demir kafesle çevrelenmiş. Çatlaması beklenen yumurtaların adetleri yazılmış. Bu arada her tarafın iguanalarla dolu olduğunu bilmem söylemem gerekir mi?




Düşündüklerim…
Meksika’da bulunan Maya arkeolojik siteleri hakkında bilgi sahibi olanlar, Tulum’un en görkemli Maya şehri olmadığını, Chichen Itza ve Uxmal‘ın daha güzel olduğunu söylüyorlar. Ancak Can’ı da düşünerek, yarım günlük bir gezi olması ve bizim kaldığımız yere yakınlığı nedeniyle Tulum’u ziyaret etmeye karar verdik. İyiki de gitmişiz. Tulum, Can’ın ziyaret ettiği ilk arkeolojik bölge oldu.
Şikayet ettiğim tek konu binaların içini göremiyor olmamızdı. Muhtemelen binaların yıpranmasını engellemek için girişi yasaklamışlar. Zaten insan tahribatı olmasa da doğanın tahribatı pek çok şeyi değiştiriyor. Çünkü bölge oldukça yağışlı ve nemli. Deniz tarafından gelen fırtınalara da açık.
Can uykulu olmasına rağmen Tulum’a bayıldı. E nasıl bayılmasın, her taraf çim ve su birikintisi. Bir de yağmur hafiften atıştırınca şemsiyemizi açtık ki, deymeyin keyfine… Zira bizim oğlan yetişkinlerin kullandığı her türlü alet-edevatı kullanmaya bayılıyor. Şemsiyeyi de “myyy, myyyy” -Can’ca beniiim, benimmm- diye tek başına kullanmakta ısrar edince, rüzgarın sillesini yedi. Anlayacağınız oğlan uçuyordu da ben zor tuttum.

Gezinin ilerleyen dakikalarında çamurlu su birikintilerine girmekte ısrar edince, çorapları ve ayakkabıları battı. O dakikadan sonra da babanın omuzlarına binmek şart oldu.

Tulum’u nispeten kapalı bir havada ziyaret etmekten keyif aldım. Böylece güneşin yakıcı kolları altında yürümek zorunda kalmadık. Ancak sabah alana vardığımızda şiddetli sağanak yağış vardı. Bizi bir süre tur minibüsünün içine hapsetti. Yine yağışlı hava ve dalgalı deniz nedeniyle plajı kullanamadık. Bu durumlara maruz kalmamak istiyorsanız Tulum’u (ya da genel olarak Meksika’yı) asıl deniz sezonu olan Aralık-Ocak aylarında ziyaret etmelisiniz.
Tulum çok talep gören bir tarihi bölge olması nedeniyle oldukça kalabalık oluyor. Bu nedenle rahat gezebilmek ve fotoğraf çekebilmek için sabah erken saatlerde ya da akşamüstü geç saatlerde gitmekte fayda olduğunu söylüyorlar. Sıcaklarda gezerken pet şişede su götürmek de faydalı.
Tarihi kenti gezmeyi bitirince kentin hemen dışında konumlanmış olan restoranlarda yemek yenebilir. Ayrıca yan yana dükkanlardan ve tezgahlardan oluşan ufak bir açık hava marketi de var. Geleneksel kıyafet giymiş yerel halktan bazı kişilerle fotoğraf çektirmek de mümkün.
Tulum bizi çok etkiledi. Masmavi bir denizin hemen yanıbaşındaki kayalıkların üzerinde konumlanan yemyeşil bir alan olması, Mayalıların hayatın tadını çıkarmayı iyi bildiğini düşündürdü. Şaka bir yana, Tulum’da gezerken insanın içini bir huzur ve bilgelik duygusu kaplıyor. Dolaşırken sık sık bu topraklara yüzlerce yıl önce ayak basmış, buranın havasını solumuş ve bize eşsiz bir kültürel miras bırakmış Maya’ları düşündüm. Gece otelde başımı yastığıma koyduğumda Esteban ile birlikte Tulum’dan başlayıp, Kayıp Altın Şehre uzanan harika bir yolculuğa çıktım…

Çok güzel anlatmışsın canım,sanki bende oraları geziyor gibi oldum.Sevgiler.
Vallahi iş arası şöyle bir bakayım derken rastladım da çok hoşuma gitti, öyle konsantre olmuşum ki oraların havası çalıştığım yere kadar geldi 🙂
Teşekkürler Ebru,
Sevgiler