Twitter mesajlarımı kontrol ederken birden ekranıma düştü haber: “Bunalımdaki anne bebeğini boğdu!” Lohusa bunalımıymış. Önce “bebek down sendromluymuş” yazdılar, sonra da değilmiş. Donup kaldım ekranın karşısında. Kalbim acıdı. Bu şekilde yanlı haber yapan gazetecilere kızdım. Sanki down sendromu olan biten herşeyi daha anlaşılır ya da haklı kılarmış gibi…
33 yaşında bir kadın. Anlatılanlara göre bir müddet önce Bakırköy Ruh ve Sinir hastalıkları Hastanesi’nde tedavi görmüş. Doktor ailesine “Onu asla yalnız bırakmayın. Hele çocuğu ile yalnız hiç bırakmayın.” demiş. Geçim sıkıntısı içindelermiş. Polisteki ifadesinde “Eşim paramız olmadığı için çocuğumuzu yetimhaneye vermeyi teklif ediyordu. Bunun için sürekli kavga ediyorduk. Onu başkalarının büyütmesine razı gelemedim.” demiş. Nereden baksan iç acıtan bir hikaye… Ruhsal sıkıntıların üzerine, lohusa bunalımı, üzerine bir de geçim sıkıntısı, yokluk…
Gazete haberlerinin altında insanların yaptığı yorumları okudum. Daha haberin detayları belli olmadan nasıl da sayıp sövüyorlar genç kadına. “Pis canavar!” diyeni var, “Uyuşturucu müptelasıdır, ayyaştır!” diye düşüneni var. Kadın sinir hastalıkları hastanesinde tedavi gördüğü için “Böyleleri kısırlaştırılmalı!” diye buyuranı var. “Psikolojik sorunu varsa kendini öldürseymiş, bebeğe dokunmasaymış.” diye akıl vereni. İçim acıdı insanların peşin hükümlerine, sığlıklarına, vicdansızlıklarına…
Sinir hastalığı nedeniyle zaten ruhsal dengesi bozuk bir genç kadın düşünün. Kendine ya da çocuğuna zarar verebileceği öngörülmüş doktorlar tarafından. “Hiç mi bir akrabası, bir aile üyesi, bir arkadaşı yoktur yanlarında, bu hallere gelmeden bu aileye yardımcı olacak.” diye düşündüm. Sonra olmayabileceğini düşündüm. Öyle ya, kopuk aileler, birbirlerinin yüzünü görmeyen akrabalar, çocuklarını terk eden anneler, babalar. Hayat bu… Hayatın ta kendisi. Daha sonra başka bir kaynakta doğumdan sonra bir süre kadının annesinin evinde kaldıkları, olayın kendi evlerine geldikten 2 hafta sonra gerçekleştiğini okudum. Eğer doğruysa, kadın yardım almış olsa da maalesef sonuç değişmemiş.
Lohusa bunalımı…Hafife alınıyor ama gerçek. Hepimiz doğumdan sonra kendimizi değişik hissedebiliriz. Kuralları önceki yaşamımızdan farklı olan yepyeni bir yaşama, bebekli yaşama alışmak o kadar kolay değil. Hangimiz bu süreçte duygularının dalgalanmadığını iddia edebilir ki? Hele ki haftalarca, hatta aylarca sürecek uykusuzluk ve ufacık bir bebeğe bakmanın büyük sorumluluğu eklenince…
Çoğumuz için lohusa döneminde yaşağımız duygular geçici oluyor. Olumsuz duygularla mücadele edip, olumlu duygulara odaklanıyoruz. Ne kadar yorgun ve üzgün olursak olalım, bebeğimizin bir gülücüğü herşeyi unutturuyor. Çok bunalırsak, yardım almaya çalışıyoruz. Ayrıca pek çok kadın çocuğunu çok zor koşullarda ve yardımsız olarak büyütüyor. Dünya çapında her 10 kadından biri bu sıkıntıları çok daha derin boyutta yaşıyor. Doğum sonrası depresyonu (postpartum depression) ciddi bir depresyon türü. Doğumdan hemen sonra ortaya çıkabildiği gibi, ortaya çıkması 1 seneyi de bulabiliyor. Anne ruhunu ve bedenini sadece psikolojik değil, sosyal anlamda ve hatta kimyasal olarak da etkiliyor. Doğumdan sonra bazı hormonlarda keskin bir düşüş yaşanıyor çünkü. Hayattan zevk almayı engelleyen, kendini değersiz, umutsuz, yapayalnız hissettiren bir ruh hali bu… Kimi durumlarda yeni annenin gerçeklerle bağının koptuğu, halüsinasyonlar gördüğü, mantıklı olmayan şeylere inandığı bir psikoza dönüşüyor. Maalesef tedavi edilmediği takdirde bu hikayede yaşananlara yol açabiliyor. Lohusa sendromu fazlasıyla gerçek.
Sonra o minik yavruyu düşündüm yeniden. Hakikaten hiçbir günahı yok. Onun yaşamı çok kıymetliydi. Maalesef çok acı, çok üzücü bir şekilde sona erdi yaşamı. Bir bebeğin hangi sebeple olursa olsun hayatını kaybetmesi hiç ama hiç kabul edilebilir bir durum değil. Hiçbir sebep onun yaşamını almayı haklı çıkarmaz diyor duygularım…
Babanın durumunu düşünüyorum. Bir yandan evladını kaybetmenin acısı, diğer yandan hapishaneye ya da akıl hastanesine gidecek bir eş. Anneyi zaten sormayın. Akıl sağlığının yerinde olduğunu hiç düşünmüyorum, düşünmek istemiyorum. Aklı yerindeyken oğluna bir mektup yazmış, “Evladım seni çok seviyorum, yetimhanede büyümene izin veremem.” demiş. İleride tedavi olup aklı başına gelse bile vicdan azabı kemirir durur yüreğini, zihnini. Bu hikaye nereden baksanız yüreğimi acıtıyor.
Bu olay yeni gerçekleşti. Detayları yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Aile hakkında, anne hakkında pek çok söylenti var. İnsan neye inanacağını bilemiyor. Mesela olay bu noktaya gelmeden aile annenin bunalımının keşke farkına varabilseydi düşüncesi kurcalayıp duruyor aklımı. Yine de koşullar ne olursa olsun minik bir bebeğin yaşam hakkının elinden alındığını, o bebeğin şu anda aramızda olmadığı gerçeğini değiştirmiyor.
Sizi bilmem ama ben kendi hesabıma binlerce Twitter satırı arasında yitip gitmiş bu hikayeden pek çok pay çıkarıyorum. İnsan yaşamının ne kadar değerli olduğunu bir daha duyumsuyorum. İnsanları peşin hükümlerle yargılamamayı hatırlatıyorum kendime… Bebek sahibi olan ailelere yardım etmenin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha anlıyorum. Sadece bebeği sevmeye gitmekle, doğum hediyesini yapmakla bitmiyor iş. Onlardan değerlisi bir tas çorba pişirmek, bir saat bile olsa bebeğe bakarak lohusa anneye bir ferahlık verdirmek… Ağır yaşam koşullarında hepimize akıl sağlığı, ruh dinginliği diliyorum. Lohusa bunalımı, geçim sıkıntısı, hayatın ta kendisi…
Haberi okudugumda haberden cok yorumlara üzülmüştüm insan karalamayı,bilmeden asıp kesmeyi okadar cok seviyoruz ki sadece laf olsun diye yazıp geciyoruz.tek suclu bana gore o anneyi cocuguyla yanlız bırakan ailedir.dr uyarısına ragmen bu hata yapılmamalıydı.Kücük bebek melek oldu ama o anne vicdan azabından dolayı asla iyilesemeyecektir.
Okurken agladim, bu ne acidir Allah’im sen insanlara yardim et