Aylardan beri merakla beklediğim o gün sonunda geldi. Transferlerle beraber 18 saati aşan uçak yolculuğumuzun sonunda, İstanbul semalarındayız. Daha önce onlarca kez üzerinde uçtuğum bu topraklara şimdi başka bir gözle bakıyorum.
Hava açık ve bulutsuz. Atatürk Havalimanından iniş izni gelene kadar uçağımız gökyüzünde daireler çiziyor. Ben ise, az sonra buluşacağımız aile bireylerini düşünerek, içimde büyüyen sabırsızlığı dindirmeye çalışıyorum.
Türkiye’ye son gelişimizin üzerinden bir seneyi aşkın süre geçti. Buradan son ayrıldığımda 7 aylık hamileydim. Ailemiz 2 kişilikti. Şimdi 3 kişilik ailemizde “anne” sıfatıyla ülkeme geri dönüyorum. 10 aylık oğlumu kucağımda sıkı sıkıya tutarken, onu ailemle tanıştıracağım dakikaları iple çekiyorum.
Bizi karşılamaya annem, dayım ve kuzenim gelecek. Uçağın penceresinden bakıyorum. Önceki gün yağan karlar erimeye yüz tutmuş. Ailem, ülkem, toprağım… Gözlerim doluyor.
Uçaktan inince yüzüme ilk anda serin bir İstanbul havası çarpıyor. 9 saat boyunca kapalı alanda kaldıktan sonra bu hava çok iyi geliyor. İçime çekiyorum. Yerde, kardeşimin çalıştığı bankanın reklamını taşıyan bir halı var. Acaba yeğenini sevecek mi?
Pasaport kontrolu, bavulları alış ve kapıdan çıkış. Gözlerim ailemi arıyor. Az sonra adımı çağıran bir ses duyuyorum. Annem! Orada beni bekliyor. Ağlaşıyoruz. Anneme sarılmak ne güzel. “İşte!” diyorum. “Bu torunun!” Dayım ve kuzenimle hasretle kucaklaşıyoruz. Dikkatler Can’a çevriliyor. Can ise kendisine çevrilen gözlere, bebek arabasına eğilen yüzlere şaşkın bir şekilde bakıyor.
10 aydır fotoğraflarını gönderdim. Bilgisayarda chat yaparken kameradan gösterdim. Telefonda sesini duydular. Ama aynı şey değil işte. Can -oğlum. 11 senedir her iki tarafın da özlemle beklediği torun. Kuzey ile beraberliğimizin en anlamlı ürünü… Sevinçle kabarıyor göğsüm. Nihayet buluşacağız.
Havaalanından evimize kadar olan yolu adeta uçarak geçiyoruz. Caddeler, sokaklar, binalar ve en çok özlediğim manzaralardan biri olan köprü. Ailenin diğer üyeleri evde bizi bekliyor. Geliyoruz!
Babam çalıştığı için akşam gelecek. Torununu en geç o görecek. Acaba sevecek mi? Ah! Ne saçma bir düşünce. Elbette sevecek. Babam değil mi 11 senedir her gelişimizde bize torun soran… Babam değil mi tanıdıklarımızın bebeklerine “bana dede de” diyen, tüm çocukları kendi torunu gibi seven…
Eve varıyoruz. Apartmanın park yerinde bizi kardeşim karşılıyor. Şansal’ım, canım. “Bak bu yeğenin diyorum.” Şansal o dakikada dayılığa terfi ediyor. Akrabalar bir bir evimize geliyor. Kapının zili her çaldığında Can’ı kucağıma alıyor ve kardeşimi fotoğraf makinamıza memur ilan ediyorum. Can ile akrabaların ilk defa kucaklaştıkları dakikaları fotoğraflıyoruz.
Herkes geldikten sonra Can ailenin ilgi odağı oluyor. Salonun ortasına bir örtü serip oyuncaklarını üzerine koyuyoruz. Minik oğlan ilgiden çok memnun. Oradan oraya emekliyor. Kucaktan kucağa dolaşıyor. Anneannem, babaannem, dedem. Ailemizin kıdemlileri. Can’ı onlarla tanıştırmaktan çok memnunum. Dört kuşak aynı odada oturuyor. Bundan güzeli olabilir mi?
Kaybettiğimiz aile büyüklerini hüzünle anıyoruz. Evlendiğimizde annemin anneannesi hayattaydı. Can hemen dünyaya gelseydi büyük anneannem torununun torununu görecekti. Torununun torununu göre şeytan çatlatırmış derler. Kısmet olmadı. Büyük anneannem, baba tarafından dedem, büyük halam, Kuzey’in anneannesi ve hiç tanışma imkanım olmayan dedesi. Hepsi kalbimizde. Can sizlere öpücük gönderiyor.
Ailenin ufakları Tuna, Demir, Can ve Uras ve Kuzey’in tarafında Selin, Bilge Deniz ve Yalın ailemizin geleceğini temsil ediyor. Can çok güzel bir aileye katıldı. Huzur ve mutluluk içinde aileme bakıyorum. Sizleri seviyorum.
Yazını duygulanarak okudum. Aile buluşması bundan güzel anlatılamaz. Eine sağlık.
Teşekkürler Selda
ama ben yokum 🙁
Ah tatlım! Bu yazıyı hazırladığımda senin fotoğrafın elimde yoktu. Yoksa koymaz mıyım? Pek çok öpüyorum seni.