Şu fani dünyada Cenneti ve Cehennemi aynı günde görmek kısmetmiş. Ömür boyu bir kaleye hapsolmaktansa, o kaleye bakarak dünyanın en lezzetli kahvaltısını etmek ve özgürlüğümüze şükretmek de… Yine bilmece gibi konuşuyorum değil mi? Sizleri daha fazla merakta bırakmayayım.
Mersin’deyiz. Niyetimiz, pırıl pırıl güneşli bir kış sabahından faydalanarak, dışarıda kahvaltı etmek ve bölgedeki turistik yerleri ziyaret etmek. Sabah erkenden Mersin’in şirin ilçesi Erdemli’ye doğru yola koyuluyoruz. İlk durağımız Kızkalesi.
Denizin Ortasındaki Masal: Kızkalesi
Mersin’in 60 kilometre batısında, Erdemli’ye bağlı küçük bir sahil kasabası olan Kızkalesi(Corycus), M.Ö.4.yy’da kurulmuş. 450 yıl Roma egemenliğinde kalıp, önemli bir ticaret merkezi olmuş. Kızkalesi adını gerçek bir kaleden almış. Sahilden 200 metre açıkta yeralan ufak bir adanın üzerine inşa edilmiş ve 192 metre dış çeperli Kızkalesi’nin sekiz adet kulesi var.
Kızkalesi’nin Hikayesi
Rivayete göre Corycus kralı, tanrıya uzunca bir süre yakardıktan sonra bir kız evlat sahibi olur. Prenses çok güzel ve iyilikseverdir. Kral da, haliyle, kızına çok düşkündür. Birgün saraya bir falcı gelir ve prensesin el falına bakar. “Prensesin bir yılan sokarak öleceğini ve bu yazgının değiştirilemeyeceğini” öngörür. Kral biricik kızını korumak için kıyıya yakın küçük bir ada üzerinde, beyaz taşlardan bir kale yaptırır. Kızını buraya kapatır ve kimsenin onu görmesine izin vermez. Kaleye tek ulaşım deniz yoluyla yapılmakta ve prensesin yemekleri de saraydan gönderilmektedir. Alınan tüm tedbirlere rağmen, gönderilen bir sepet üzümün içine saklanan bir yılan, prensesi sokarak öldürür. Hikaye, insanoğlunun yazgısının değiştirilemeyeceğini anlatmaktadır.
Yörük Kahvaltısı
Kızkalesini biraz geçtikten sonra, hafif kıvrımlı bir tepeye tırmanarak kahvaltı noktamıza ulaştık. Tatlı bir kış güneşinin altında pırıl pırıl parlayan Akdenizin masmavi sularına nazır bir kafedeyiz. Büyülü bir manzara ayaklarımızın altında… Tepe boyunca, irili ufaklı pekçok mekanda, “Yörük Kahvaltısı” denilen ve bölgesel ürünlerden hazırlanan bir kahvaltı sunuyorlar. Ev yapımı reçeller, bal, lor peyniri, sucuklu yumurta, zeytin ve daha neler neler… Lezzetini kelimelerle anlatmak mümkün değil. Mutlaka tatmanız lazım. Kahvaltının yanında sıkma denilen, sade, peynirli, patatesli ya da ıspanaklı olarak hazırlanan ekmeklerden getiriyorlar. Yukarıda gördüğünüz Kızkalesi fotoğrafını da burada çektim.
Karnımızı doyurduktan ve denize karşı Türk kahvelerimizi içtikten sonra Cennet’e gittik 🙂
Cennet
Cennet obruğu (çöküğü) üçüncü jeolojik zamanın Miosen çağında bir yeraltı deresinin yaptığı erozyon sonucunda, büyük bir mağaranın tavanın çökmesi sonucunda meydana gelmiş. 250 metre uzunluğunda, 110 metre genişliğinde ve 70 metre derinliğinde.
Cennetin tabanına inmeden önce, kenarındaki trabzana tutunup aşağıya doğru baktım. Kayalık bir alanın dibinde hakikaten cennet gibi bir flora var. Çöküğün içine, Roma döneminden kalma, 452 basamaklı taş bir merdivenle iniliyor. 300. basamakta, bir kilise kalıntısı var. Meryem Ana’ya ithaf edilen bu kilise M.S. 5.yy’a ait olup, Paulus adında dindar bir kişi tarafından yaptırılmış.
Basamaklardan aşağıya doğru indikçe hava sıcaklığında belirgin bir düşüş yaşanıyor. Benimle beraber inenler, geceleri Cennetin çok ıssız ve ürpertici olacağını söylese de, burada benim içimi bir huzur kapladı. Eski dönemleri düşünüp, orada unutulup kalmak ve o yaşantının bir parçası olmak istedim.
Kiliseyi geçtikten sonra aşağıda, mağaranın içinde inmeye devam ediyorsunuz. Mağaranın dibindeki akarsu, yer altından, küçük bir sahil kasabası olan Narlıkuyu’ya akıyor.
Cennete iniş kolay, çıkış ise zor diyorlar. Hakikaten 452 basamak, yaklaşık 20-30 katlı bir bina demek. Ama burada yine bir fikir ayrılığım var. Ben aşağıya doğru inerken, kaymamak için zorlanırken, yukarıya doğru çıkarken, basamaklara tutunabildiğimden daha rahat tırmandım. Yine de insanın kalbini çarptıran bir iniş/çıkış olduğu kesin.




Cehennem
Cennet obruğunun 100 metre sağında yer alan Cehennem obruğu da, yine Miosen devrine ait bir mağaranın tavanının, bir yeraltı deresinin yaptığı erozyonla çökmesi sonucu oluşmuş. Ağız çember çapları 50 metre ve 75 metre, derinliği ise 128 metre.
Hemen kenarına kurulan balkondan, dibini görmek ve fotoğraf çekmek mümkün. Ancak kenarları içbükey olduğu için, zeminine inilemiyor. Benim yükseklik korkum olduğu için, aşağıdaki fotoğrafı benim makinamla kuzenim çekti. Bir yandan bu çukura daha önce düşmüş olan makina ya da benzeri şeyler olup olmadığını da merak etmedim değil.
Cehennemin Hikayesi
Hikayeye göre, yüzbaşlı, alev püskürten dev bir ejderha olan Typhon, zaman zaman tanrıların tanrısı olan Zeus ile savaşmaktadır. Çatışmalardan birinde Zeus’u yenilgiye uğratır ve tanrıyı Corycus’ta, daha sonra Cehennem adı verilen bu çukura atar. Tanrılar dünyasının bir diğer önemli ismi Hermes, Pan ile birlikte Zeus’u bu mağaradan kurtarır ve bu kez Zeus Typhon’un peşine düşer. Typhon’u bulunca Etna dağını onun üzerine fırlatarak, onu yerin derinliklerine hapseder. Antik dönemin en korkulu volkanı olan ve günümüzde aktif bir yanardağ olan Sicilya adasındaki Etna’nın hikayesi de bu mitoloji ile bağlantılıdır. Belki bu hikayeye dayanarak, belki de ürkütücü derinliğinden ötürü, bu mağaraya Cehennem adı verilmiştir.
Erdemli’ye yaptığımız bu gezi çok hoşuma gitti. Aynı gün içerisinde hem harika bir kahvaltı ettik, hem de mistik bir doğa ve tarihin bir parçası olduk. Sizlere de tavsiye ederim.