Bugün çok, çok, çok güzeldi. Can’ı ilk defa hayvanat bahçesiyle tanıştırdık. Artık o mu daha fazla heyecanlıydı yoksa biz mi bilemiyorum. Özellikle iş seyahati nedeniyle Kuzey’den 3 günlük ayrılığımızdan sonra böyle bir aktivite ilaç gibi geldi.
Efendim, bu haftasonu buralarda Labor Day (İşçi Bayramı) denilen bir tatil. Aslında Labor Day pazartesi günü, ama, haftasonunu da birleştirerek plan yapmak adet olmuş. Ben sözde birkaç ay öncesinden bu 3 günü değerlendirmek için plan yapacaktım. Neredeee? Harala, gürele derken yumurta kapıya dayandı. Perşembe akşamı bir panikle tatil sitelerini araştırdım. Tahmin edeceğiniz gibi uçaklar dolu, oteller dolu. Hiçbir şey bulamadım. Bunun üzerine biz de bari yakın çevremizdeki olanakları değerlendirelim dedik. Hayvanat bahçesi fikri böyle doğdu.
1 yaşında bebeği olan arkadaşlar bilir. Bu yaşa uygun aktivite bulmak biraz zor. Can çoğu çocuk aktivitesini anlamak veya onlardan zevk almak için henüz çok küçük, ancak rutini tekrar etmek için de çok büyük. Hafta içinde Kuzey’in olmadığı son gün artık sıkıntıdan sokak kapısını yumruklamaya başlamıştı. 🙂
Bu sabah sıkı bir kahvaltıdan sonra sırt çantamızı hazırlayıp hayvanat bahçesine doğru yola koyulduk. Beni en çok endişelendiren havanın sıcaklığıydı. Çünkü bu aşırı sıcaklarda korunma şart. Çocukluğunuzda yazları bütün gün plajda, güneşin altında cıbı-cıbı oynardık. Güneş yağı falan hak getire. Yaz sonunda da güzelce bronzlaşmış olurduk. Şimdi sıkı mı güneş yağı sürmeden dışarı çıkasın. Bululu havalara bile aldanmayın. Sürün diyorlar. Dünyayı nasıl da mahfettik. Kendimizi korumak için hepimiz daha evden çıkmadan güneş yağlarımızı süründük. Can’a da uzun kollu ve bacaklı giydirdik.
Hayvanat bahçesinin yer yer ağaçlık olması bizi rahatlattı. Kuzey Can’ı kucağına alarak ilk olarak flamingolarla tanıştırdı.
Hayvanat bahçesinde bol bol yürüneceği için, Can’a aldığımız bebek tasmasını ilk defa deneme şansımız oldu. Sonuç: Ürün kesinlikle başarılı. Ancak Can henüz “gitme, etme” şeklinde laflardan anlamadığı için, tasmayı taktıktan sonra hayvanlara bakmak yerinde, beyefendinin arzu ettiği yerlere koşturduk. Bu arada sıcaklık arttıkça bizimkisi terlemeye başladı. Böylece, ağaçların gölgelerine de güverek pantalonu fora ettik 😛
Bu bitkinin adını bilmiyorum, ama, görünüşüne bayıldım. Sanırım böğürlen familyasından. İnsanın canı yemek istiyor. Kesin zehirlidir.
Can’ın yönlendirmesiyle dikkatimizi çeken ufak bir gölette, mini-mini bir kuş su içiyordu. Demek ki bazen dünyaya bebeklerin gözünden bakmak gerek…
Sürüngenler bölümündeki yılan, kertenkele, iguana gibi hayvanların haddi hesabı yoktu. Özellikle yılanlar çok çeşitli ve kimileri de akılara durgunluk verecek kadar uzundu. Bazı yılanlar, bulundukları cam fanusun en üstüne tırmanmışlardı. Yılanlar tutunamakdıkları düz zeminlerde ilerleyemez diye biliyordum ama… Yalanmış…
Kuşlar bölümü de oldukça çeşitliydi. Özellikle bunun kafasındaki şapkasına bayıldım.
Bir de bu ufaklık çok hoşuma gitti. Maviyi çok severim de…
Hayvanlara bakmaktan yorulunca bebekler için hazırlanmış ufak bir havuzda mola verdik. Önceden tedbirimi almış ve Can’ın mayosunu yanımda getirmiştim. Su öylesine serindi ki… Biz de Can’a göz kulak olma bahanesiyle ayaklarımızı soktuk. Gerçekten çok iyi geldi. Can suyun içinde çok mutluydu. Yarım saat kadar orada takıldıktan sonra, beyefendiye hızlı bir duş aldırdık. Buz gibi suyun altına girdiğinde surat ifadesi görülmeye değerdi. Önce şok oldu. Sonra katıla katıla güldü. Duştan sonra Can’ı kurulayıp, üzerini değiştik ve öğle yemeği için piknik masalarının yolunu tuttuk…
Menümüzde kakolu kek ve tuzlu kurabiye vardı. Can keki biraz mıncıkladıktan sonra kendi sütünü içmeyi tercih etti. Yemekten sonra hemen yakındaki dondurmacıda soluğu aldık.
Yemekten sonra dünyanın çeşitli yerlerinden gelen büyük hayvanları görmeye gittik. İlk karşılaştığımız Avustralya’nın zıpzıplarıydı…
Beyaz gergedan dünya üzerinde kalan 5 gergedan cinsinden biriymiş. Toplamdan 17,000’den biraz fazla varmış…
Zebraları oldum olası sevmişimdir. Sizce siyah üzerine beyaz çizgili mi? Yoksa beyaz üzerine siyah çizgili mi? 🙂
Gezimizi Asya’dan fille tamamladık. Hindistan ve Borneo’da yaşayan bu tür, Asya’nın en büyük kara hayvanı… Hayvancağız, artık sıcaktan mı?,sıkıntıdan mı? bilemiyorum, kafasını direğe yaslamış, öylece duruyurdu. Bana “hatirla oni! hatirla oni!” şeklindeki Temel fıkrasını hatırlattı. 🙂
Sabah 11,00 sularında başlayan gezimizi, öğleden sonra 14,30 civarında tamamladık. Hava bu kadar sıcak olmasaydı belki biraz daha dolaşırdık. Ancak Can pusetinin içinde bayılmaya başlayınca gezimizi sonlandırmaya karar verdik.
Geri dönüş yolunda hayvanları düşündüm. Her ne kadar son dönemde hayvanat bahçeleri hayvanları parmaklıksız ortamlarda tutma yönünde gayret gösterse de (insanlardan büyük hendeklerle ayırıyorlar.) sonuçta yine de küçücük bir yere tıkılıp kalıyorlar. Esaret altında yaşarken acaba neler hissediyorlar Mutsuzlar mı? Sıkılıyorlar mı? Sürekli kendilerine bakan meraklı gözler altında bir hayat yaşamak nasıl bir duygu. Kendinizin ufacık bir yere tıkıldığınızı ve bir sürü özgür maymunun her gün size baktığını, parmakla gösterdiğini, fotoğrafınzı çektiğini düşünün… Özgürce avlanamıyor ya da yiyeceğinizi bulamıyorsunuz. Başkalarının getirdiği yiyecekler kovalarla önünüze atılıyor. Bu koşullarda hayvanların çoğu stresten üreyemiyor bile. O nedenle hayvanat bahçelerinde yeni bir bebek doğduğunda, özellikle de soyu tükenmekte olan bir hayvansa, bayram ediliyor. Yine kimi hayvanlar doğal ortamlarından çok farklı iklim ve doğa koşullarında yaşamak zorunda kalıyor.
Öte yandan hayvanat bahçeleri çoğu kişi ve özellikle çocuklar için hayvanları birinci elden görmek için bir fırsat. Belgeseller aracılığıyla hayvanların yaşamları hakkında belki fikrimiz oluyor, ama, kendi gözlerimizle canlısını görmekle, kokusunu duymakla, kimi zaman dokunabilmekle, büyüklüklerinden ya da küçüklüklerinden etkilenmekle bir mi? Ayrıca hayvanat bahçeleri bu hayvanlar için ilgi uyandırıp, çeşitli fonlar vasıtasıyla bağış toplanmasına yardımcı oluyor. Ayrıca soyu tükenmekte olan hayvanları koruyarak, onların yok olmasını engellemek için bir fırsat sunuyor.
İşte bunları düşündüm durdum. Sonuç olarak yine de hayvanlar illa bir şekilde sergilenecekse, daha geniş alanlarda özgürce koşabilecekleri ve insanların safari şeklinde aralarına katılacakları hayvanat bahçelerini daha çok sevdiğime karar verdim. Disney’in Magic Kingdom parkı buna güzel bir örnek…
Bir günümüz de işte böyle geçti. Can’a unutulmaz bir tecrübe yaşattığımıza inanıyorum. Daha serin aylarda hayvanat bahçesine tekrar gelmek üzere, mutlu-mesut oradan ayrıldık…
Tanlacığım, hayvanat bahçesini senin kılavuzluğunda biz de gezdik… Yolumuz yeniden oralara düşerse, o hayvanat bahçesini sırt çantalı Can’ın rehberliğinde de görmeyi isteriz.
Sevgimiz sizlerle.
Ah dedesi. Siz hele bir gelin de Can sizi ellerinizden tutarak götürecekmiş hayvanat bahçesine.
Bol bol öpücükler…
Canım benim adam olduda hayvanat bahçelerinide gezmeye başladı.Hele o sırt çantası yokmu,çok yakışmış,tatlım benim.Havuzda kayığını yüzdürmesi,flamingolara ilgi ile bakması harika.Bu arada hayvanat bahçaside çok güzel,daha büyüdükçe çok daha zevk alır bu gezilerden.Birden kendi çocukluğumu hatırladım.Biz çocukken dedende bizi Ankaradaki hayvanat bahçesine götürürdü,her hafta sonu,hiç bıkmazdık.
Ah benim canım dedem. Ne de sabırlı adamdır o. Aslında keşke imkan olsa da o götürse Can’ı hayvanat bahçesine değil mi? Bakarsın ilk gelişimizde buna benzer bir aktivite yapma şansımız olur. Mesela Darıca Hayvanat Bahçesi hatırladığım kadarıyla çok güzeldi…
cok guzel, nerdekihayvanat bahcesi bu? 🙂
Texas…