
“Van’da deprem olmuş” dedi Kuzey kahvaltıda. Tüylerim ürperdi. Aklım 1999’a, 17 Ağustos depremine gitti.
Henüz evli değildim. Kuzey ile nişanlıydık. O askerliğini yapıyordu. Yaz mevsimi nedeniyle ailem yazlığa gitmişti. Ben ise çalıştığım için İstanbul’daydım. Evde yalnız kalmak istemediğim ve Mecidiyeköy’deki işyerime daha yakın olduğu için Avrupa yakasında oturan babaannemlerde kalıyordum. O gece oldukça geç bir saatte işten çıkmış, taksi ile eve gitmiştim. Kafamı yastığa koyduktan yaklaşık yarım saat sonra korkunç bir sallantıyla irkildim. İlk anın şokunu atlattıktan sonra tüm ev ahalisi ile birlikte sokağa fırladık. Apartman komşularımızın tamamı dışarıdaydı. Herkes şaşkınlıkla birbirine bakıyor ve neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Hemen telefonlara sarılarak yakınlarımıza ulaşmaya çalıştık. Başta Kuzey olmak üzere onların sesini duyduğumda ve iyi olduklarını öğrendiğimde çok sevindim. Zaten bir müddet sonra telefonlar kitlendi. Artçı depremler devam ettiği için o geceyi herkesle beraber sokakta geçirdik.
Biz depremi ucuz atlattığımıza sevinirken, nereden bilebilirdik ki memleketimizin başka yerlerinde can pazarı yaşandığını… Ertesi sabah korkarak evlere girip televizyonumuzu açtığımızda, Adapazarı ve Gölcük başta olmak üzere depremin korkunç sonuçları ile yüzleştik. Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma. Hepsi bizim insanımız, bizim memleketimiz… İçimiz kanadı. Depremin merkez üssünde yaşayanlara kıyasla, bizim yaşadığımız daha ufak bir sallantı olmasına rağmen, ilk birkaç gün korkudan, tüm komşularımızla beraber arabaların içinde sabahladık. O dönemlerde bazı komşularımızı ilk defa tanıdık. Bazen iyi olaylar kadar, kötü olaylar da insanları birbirine yakınlaştırıyor. Ortak kaderi paylaşan bir memleketin insanları olarak birbirimize kenetlendik. Bize arabasını açan, kendisi de yer kalmadığı için evinde yatmak zorunda olan komşumuzu hiçbir zaman unutmadım.
7.5 şiddetindeki Adapazarı depreminde, resmi raporlara göre 17 bin kişi hayatını kaybetti, 20 binden fazla kişi yaralandı. Yüzlerce insan sakat kaldı. Gerçek rakamların bunlardan çok daha fazla olduğu söyleniyor. Yıkılan evler, işyerleri, fabrikalar, okullar, hastaneler, yollar… Parçalanan aileler… Yaşanan travmalar, bozulan psikolojiler… Depremin ekonomik etkileri sadece deprem bölgesinde değil, tüm ülkede senelerce hissedildi. Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı’nın deprem raporuna göre depremin milli hasıla üzerinde etkisi 9-13 milyar dolar aralığında tahmin edilliyordu.
Depremden sonra, tüm Türkiye’de geçerli olmak üzere, deprem bölgelerinde yeni yapılacak binalar ile daha önce yapılmış mevcut binaların koşullarını düzenleyen “deprem yönetmeliği” çıkarıldı. Depremin neden olacağı yangın, infilak ve yer kayması dahil, sigortalı binalarda ve temellerinde oluşturacağı maddi zararları karşılamaya yönelik “zorunlu deprem sigortası” uygulamaya alındı.
Pekiyi sonra ne oldu? Vikipedi’ye göre “yapım hatalarından çöken binaların müteahhitlerine yaklaşık 2100 dava açıldı. Bu davalardan 1800’ü hukuki boşluklardan dolayı cezasız sonuçlandı. Geriye kalan 300 davanın 110 kadarında ceza verilse de çoğu ertelendi. Bunun dışında kalan davalar ise 16 Şubat 2007 tarihinde 7.5 yıllık zaman aşımı süreleri dolduğu için zaman aşımına uğradı ve düştü.” Bazı konutlarda güçlendirme çalışması yapıldı, ama , çoğu konut olduğu gibi bırakıldı. Bundan kötüsü, yeni yapılan bazı konutlarda hala deprem yönetmeliğine uyulmuyor.
Van haberini alınca yine içim acıdı. Hayatını kaybedenler, yaralananlar… Kış mevsimi kendini hissetirdiği şu günlerde, pek çok insan sokaklarda, karlar altında, yaşam mücadelesi veriyor… Gözlerimiz haberlere kitlenmiş, enkaz altından kurtarılan biri olduğunda kendi ailemiz gibi seviniyoruz. Sivil savunma, AKUT ve askerlerin insan kurtarma konusundaki sürati ve çabaları herkesçe alkışlanıyor. Herkes iyi niyetle yardım etmeye çalışıyor, ama, yardım malzemelerinin dağıtımında, hep örneklerini görmeye alıştığımız, organizasyon bozuklukları yaşanıyor. Yıkılan 7 katlı binanın ve diğerlerinin deprem uygun bir şekilde inşa edilmediği tartışılıyor. Yıkılan bir apartmanın müteahhidi, traji-komik bir şekilde, villasının bahçesindeki Kızılay çadırında yaşıyor.
Öte yandan, depremden sonra sosyal ağlarda bilgi paylaşımının yoğunluğu insanları hem şaşırtıyor hem de sevindiriyor. Herkes kendi çapında birşeyler yapmaya, yardım etmeye çalışıyor. Ancak sosyal ağlardaki paylaşımlar bazen yanıltıcı olabiliyor. Ben bu tür olaylarda geleneksel ve kendini kanıtlamış kurumlar vasıtasıyla yardım yapılması taraftarıyım. Biz, kendi yardımımızı Kızılay aracılığı ile yaptık. Hangi kuruma yardım edeceği konusunda kararsız kalanlara da “Kızılay’dan şaşmayın” diyorum. Blogun sağ üst köşesine aldığım logoya tıklayarak Kızılay’ın resmi web sitesine gidebilir ve bağışlarınızı yapabilirsiniz.
Geçmiş olsun Van! Geçmiş olsun Türkiye!
Tanlacığım,
Yazını annenle birlikte okurken yüreğinin ve yüreğimizin sesini duyduk. Paylaştığın için teşekkur ediyoruz canım.
Baban